İnancı Ete Kemiğe Dönüştürmek
Allah’a inanmak beraberinde bir aksiyon gerektirir. Bu aksiyon ve hareket örneği peygamberlerin kıssalarında bizlere anlatılmıştır. İslam dininin mensubu olmak, aynı zamanda peygamberlerin mirasını yüklenmek demektir. Yüklenmeden kasıt elbette ki külfet olarak görmek değil, sahiplenme anlamındadır. Yoksa kime bu yolda yürümek nasip olduysa Allah’ın lütfuna mazhar olmuş demektir. Zira; Rabbimiz Hz. Musa’yı firavunun kucağında büyüttüğü gibi, düşmanlarının eliyle bile davasını devam ettirebilir.
Bu miras; beraberinde türlü türlü imtihanları da getirir. Bu davaya gönül veren kişi; her imtihana karşı teyakkuzda olmalı, Kur’an‑ı Kerim’deki Peygamber kıssalarını hususiyetle incelemeli ve aynı imtihanı yaşamış peygamberlerle bir gönül bağı oluşturmalı. Bu gönül bağı sayesinde davasını içselleştirmelidir.
İçselleştirmenin TDK’daki anlamı şöyle: Bir kanı ya da tutumun kişilik özelliği olacak ölçüde benimsenerek özümsenmesi.
Biz ise konumuza uygun olarak şöyle anlamlandırabiliriz: İnancın ve o inancın belirlediği davranışların, kişilik özelliği olacak ölçüde benimsenerek özümsenmesi. Bir nevi inancın ete kemiğe bürünmüş hali.
İman da aynel yakin (gözüyle görmüşçesine inanmak) denilen derece ancak bu şekilde özümseyerek kazanılabilir.
Kişiyi harekete geçirecek, inandığı değerler uğruna çalışmaya sevk edecek motivasyon, yüreğindeki imanda olmadığı sürece bir gün mutlaka bir yerde tıkanıp kalacaktır. Zira bu davanın olmazsa olmazlarından biri hiç şüphesiz ki; yapılan fedakârlıklar ve ödenen bedellerdir. Herkes kendi inancının ölçüsünde imtihanlara tabi tutulur ve bu imtihanlar karşısındaki tutumu neticesinde yücelir ya da alçalır.
Peygamberler arasında dahi, imtihanlardaki tutumlarına göre bir mertebe söz konusudur. Ulu’l azm denilen peygamberler büyük imtihanlardan başarıyla geçebildikleri için o mertebeye ulaşmışlardır.
Günümüzde bu davayı omuzlama gayreti içerisinde olan birçok camia mevcuttur. Fakat çalışmalar bir türlü istenilen düzeye ulaşmıyor, toplumda İslami bir dönüşüm sağlanamıyor maalesef…
Çünkü küresel çapta yapılan ifsat çalışmalarının haddi hesabı yokken, gönüllülük esası ile yapılan İslami çalışmaların ve sayıca az olan gayretli Müslümanların çalışmaları ne yazık ki yeterli gelmiyor.
Yakın tarihimizde gecesini gündüzüne katarak hayatını bu yola adamış, zindanlarda, hicretlerde, ömür tüketmiş fedakâr abileri, ablaları düşününce hayıflanmamak elde değil. Onlar güçlerinin çok üzerinde fedakârlıklarda bulundular.
Çoğu eğitimsizdi belki ama insanları mükemmel eğittiler…
Şimdiki nesil gibi entelektüel değillerdi belki ama samimiyetleri insanların yüreğine işlerdi…
Davalarını öyle içselleştirmişlerdi ki ne zindan, ne hicret, ne kınama, ne iftiralar, ne de ölüm korkusu onları yollarından döndürmedi.
Onlar peygamberlerin mirasını yüklendiler, kendileri de bu davanın gereği olarak bedellerini ödediler ve bu mirası kendilerinden sonrakilere devrettiler. Bizlerde hem peygamberlerden hem de kendi çağımızın öncülerinden aldığımız dersle davamıza sahip çıkmalı, içselleştirmeli ve bu yolda karşımıza çıkabilecek engellere takılmadan, tökezlemeden ileriye taşıma gayretinde olmalıyız. Son nefese kadar bu hal üzere olma duasıyla…