“Bolu Beyi” İle “Köroğlu” Arasında Suriyeliler
Başta Suriyeliler olmak üzere Türkiye’ye yerleşmiş olan yabancıların durumu tartışma konusu olmayı sürdürürken, son olarak “Bolu Beyi”nin yaptığı şizofrenik çıkış, tartışmaları daha da alevlendirdi.
Yaşanan savaşlar, ekonomik krizler, açlık ve yoksulluk dünya genelinde toplu göç dalgalarını beraberinde getiriyor. Kaldı ki bu sorun sadece Türkiye’ye özgü bir sorun değildir. Dünya genelinde baş edilemeyen en ciddi sorunların başında gelmektedir.
Göç alan gelişmiş ülkeler, kapasitelerinin çok altında göçmen kabul ederken, Türkiye gibi göç dalgasının geçiş güzergahında bulunan ülkeler ise göçmen karmaşası ile cebelleşip duruyorlar.
Göze çarpan diğer bir husus da, göçmen/mülteci kabul eden ülkelerde belli bir süre sonra “Yabancı düşmanlığının” hortladığı gerçeğidir. Bugüne kadar Avrupa ülkelerinde şiddetini hissettiren “Yabancı düşmanlığı”, artık Türkiye için de ciddi bir sorun olarak karşımızda duruyor.
“Yabancı düşmanlığı”nı körükleyen çok farklı faktörler var. Irkçı duygulardan beslenen kronik düşmanlıkları bir tarafa bırakırsak; siyasi, toplumsal ve ekonomik sebepler öne çıkan başlıca sebeplerdir. Diğer bir faktör de hükümetlerin uyguladıkları göçmen politikalarıyla ilgilidir.
Türkiye’de resmi rakamlara göre üç buçuk milyon, gayri resmi rakamlara göre ise beş buçuk milyon Suriyeli yaşamaktadır.
Suriyeliler ilk geldiklerinde başlıca iki nedenden dolayı kimseden pek ses çıkmadı. Kısa zamanda dönecekleri umudu ve o dönem Türkiye’de görece daha iyi durumda olan ekonomik göstergeler, merhamet duygularıyla da birleşince toplumsal bazda bir toleranstan bahsetmek mümkündü.
Ancak Suriye’deki kargaşa ortamına bağlı olarak kalış sürelerinin uzaması, ekonomik göstergelerin bozulması, buna bağlı olarak pandeminin de tetiklediği artan işsizlik, zamlar, yükselen enflasyon ve dayanılmaz boyutlara ulaşan hayat pahalılığı, toplumun bazı kesimlerinde rahatsızlıklara kapı araladı.
Belli kesimlerin yaşanan ekonomik sıkıntılar üzerinden Suriyelileri hedef göstermesi, hatta aslı astarı olmayan dezenformasyonlarla toplumu germe gayretleri, Avrupa’da gördüğümüz “Yabancı düşmanlığının” Türkiye versiyonunun canlılık kazanmasına sebep oldu.
Öyle bir hava oluşturuldu ki, işsiz kalan bunu Suriyelilere bağlıyor. Üniversiteyi kazanamayan bunu Suriyelilere bağlıyor. Sosyal kurumlardan gerekli maddi desteği alamayan bunu Suriyelilerin varlığına bağlıyor. Açıkçası “Beyaz Türk”ün ya da “Türk Dazlakların” canhıraşane çabaları yavaş yavaş meyvesini veriyor.
Tabii ki Türkiye’nin olmayan mülteci/göçmen politikası ve sahada yaşanan kimi fiili durumlar da “Dazlakların” Suriyeli düşmanlığının toplumda önemli oranda karşılık bulmasını kolaylaştırdı.
Şu anda toplumun Suriyelilere bakış açısıyla ilgili elimizde güncel veriler yok. Ancak 2017 yılında Bilgi Üniversitesinin seçmenler üzerinden yaptığı bir araştırmaya göre Suriyelilerin ülkelerine dönmesini isteyenlerin oranı yüzde 86 olarak belirlenmiş. Suriyelileri istemeyenlerin partilere göre dağılımı da hayli ilginç. İYİ Parti yüzde 94, CHP yüzde 93, MHP yüzde 88 ve AK Parti yüzde 83!
Bu veriler ışığında ekonomik istikrarsızlığın 2017’ye göre hayli bozulduğu bu dönemde Suriyelilerin dönmesini isteyenlerin oranını şu sıralar tahmin etmek bile ürkütücü. Yabancılara, özellikle de Suriyelilere karşı kronik rahatsızlıkları olan kesimleri bir tarafa bırakırsak bile, oluşan reddiyeci tablo, ister istemez malum siyasi yelpazenin gözünden kaçmayacak ve mevcut iktidar partisini yıpratmanın kullanışlı bir aracı olarak Suriyelileri gündemde tutmaya devam edecektir.
Bu durumda ne yapılmalı?
Elbette hayatlarını insani, ekonomik ve güvenlik açısından idame ettirecekleri bir ortam oluşmayana kadar “Suriyeliler burayı terk etsin” demek popülist açıdan getirisi olsa da insani bir tavır değildir. “Bolu Beyi’nin” “gözlere mil çekme” tehdidi, faşizanlığın tipik bir yansıması olsa da, salt “Saldım çayıra, mevlam kayıra” anlayışıyla yetinen hükümetin kuru bir şekilde “Köroğlu” taklidi yapması maalesef soruna çözüm oluşturmuyor. Kaldı ki “Geçici misafir” şeklinde nitelendirilmelerine karşın tarif edilebilecek doğru dürüst bir statüleri bile bulunmuyor.
Türkiye’de kalıyor olsalar da Suriyeliler ballı bir hayat sürmüyor. Büyük çoğunluğu sefalet içerisinde yaşıyor. İşletmeler açısından sigortasız, güvencesiz, ucuz işgücü işlevi görseler de bu durum işsizlik rakamlarının yüksek olduğu Türkiye’de farklı komplikasyonları beraberinde getiriyor.
Açıkça belirtmek gerekirse milyonlarca insanın kontrolsüz bir şekilde ortalığa salınması, popülistlerin körüklediği çoğu soruna kapı aralıyor. Sorunlar arttıkça siyasi popülizmin tahrikleriyle toplumun derinliklerine kadar nüfuz etmeye başlayan “Yabancı düşmanlığı” tehlikesi beliriyor.
Gerekli önlemler alınmazsa, bugün Avrupa’da yükselişe geçen ırkçı odaklar, yabancı düşmanı partilerin önlenemeyen yükselişi gibi atraksiyonlar Türkiye’de de ortaya çıkabilir.