• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Bir düşünür der ki: “Ailesel soyağacınız olduğu gibi bir de fikirsel soyağacınız vardır. Bu yüzden fikirsel soyağacınızı nasıl oluşturduğunuza çok dikkat edin. Fikirsel soyağacınız öğretmenlerinizden, arkadaşlarınızdan, dinlediğiniz müzikten, okuduğunuz kitaptan ve seyrettiğimiz filmlerden oluşabilir.’’

Bu yüzden okuduğunuz kitaba, izlediğiniz filme, dinlediğiniz müziğe, oturup kalktığınız arkadaşınıza ve ders aldığınız öğretmeninize dikkat etmelisiniz. Necip Fazıl Kısakürek okuyacağı bir kitabı bile mürşidine, hocasına, danışır sonra okurdu. Necip Fazıl Kısakürek bir gün okuyacağı kitabı hocasına sormuş: “Hocam bu kitabı okuyayım mı?” demiş. Hoca da kitabı tetkik ettikten sonra demiş ki:”Evladım bu kitabın içinde hiçbir yanlış şey yok. Ama kitabın yazarı iyi niyetli bir insan değil, ondaki niyet bozukluğu, manevi hastalıklar sana da bulaşır; çünkü insan bir kitabı okuduğunda o kitabı yazan yazarın ruhuyla kişinin ruhu birleşirler ve bu birleşmeden fikirler doğar. Sana da yanlış fikirler sirayet etmesin diye bu kitabı okuma!”

Düşünün bir kitabı okumak bile insanı bu kadar etkilerken kâfirlerin, putperestlerin, zalimlerin yazmış olduğu senaryolarla çevrilen filmler, insanın maneviyatını nasıl etkiler? Zihniyetimizi oluşturan elementlere çok dikkat etmeliyiz.

Gençlerimizin zihniyetini oluşturacak, onların fikirlerini Allah’ın kitabına göre şekillendirecek; filmler, tiyatrolar, çocuklara ve gençlere yönelik kitaplar, hatta çocuklara yönelik, gençlere yönelik, sanal ortamda oynayabilecekleri faydalı oyunlar üretmeliyiz.

Peki, Müslümanlar, toplumun zihniyetini, gençlerin ve çocukların zihniyetini İslam’a göre şekillendirecek ürünleri niçin yeteri kadar ortaya koyamıyor? Bunun en büyük sebebi Müslümanlar, birbirlerine sahip çıkmıyorlar. İçimizdeki sanatçılara, yazarlara, düşünce sahiplerine, âlimlere sahip çıkmıyoruz. Birbirimizi umursamıyoruz. Ve en büyük eksiğimiz ürünlerimizi pazarlamasını bilmiyoruz.

Ürün ortaya koyabilen düşünürlerimizi, sanatçılarımızı, yazarlarımızı, onlardaki kusurları ve eksikleri ön plana çıkartarak küstürüyoruz. Her zaman mükemmeliyeti arıyoruz; hâlbuki sanatta, edebi eserlerde, kısacası sosyal bilimlerde mükemmeliyetçilik zehir gibidir. Zehir nasıl ki insanı zehirler, canlılık özelliğini yitirip ölümüne sebep olursa mükemmeliyetçilik de sanatı zehirler, edebiyatı zehirler ve sosyal bilimlerin ilerlemesini durdurur.

İslami kısa filmler çeken değerli bir dostumla konuşuyorum. Çektiğin filmde sözcükler çok az, insanlar birbirleriyle diyalog kurmuyorlar niçin, diye sordum. Adam dedi ki: “Filmi çekenlerin hepsinin konuşması yerel ağızladır. Bu yüzden senaryo yazarken de diyalogların mümkün mertebe az olmasını sağladım.” Şimdi bu mantık sanatın bir adım ilerlemesine izin verir mi? Halbuki günümüzde birçok filmde, tiyatroda yerel ağız ön plana çıkartılıyor. Doğallık ön plana çıkartılıyor.

Toplumun zihniyetini İslamileştirebilmemiz için esnek, merhametli, gerçekten sanattan anlayan, özgür ruhlu, hayal gücü güçlü, insanlara cesaret verebilen bireyler yetiştirmeliyiz.

Unutmayalım ki kusursuz program yapmak isteyen program yapamaz. Kusursuz kitap yazmak isteyen kitap yazamaz. Kusursuz film çekmek isteyen film çekemez. Kusursuz tiyatro yapmak isteyen tiyatro yapamaz. Hatta kusursuz piknik yapmak isteyen piknik bile yapamaz.

Tüm bunlarla beraber en çok ihtiyaç duyduğumuz şey: Necip Fazıl’a bile ilham olabilen hocalara ihtiyacımız var. Sanatı, edebiyatı, film sektörünü, siyaseti, parayı Allah’ın boyası ile boyayacak hocalara ihtiyacımız var. Bakır hükmündeki nefeslerimizi altına çevirecek bir hoca, sıradan hayatlarımızı harekete geçirecek, durgunluklarımızı giderecek, bizi canlandıracak ve bizi insan olarak yetiştirecek, bizi İnsan-ı Kamil seviyesine çıkaracak bir hoca...

Ön açacak, geleceğimizi inşa etmemize vesile olacak, hayatımızın bereketlenmesine, günlerimizin yaratılışımızın amacı olan ibadetle geçmesine vesile olacak, dünya ve ahret saadetimizi elde etmemize yardımcı olacak bir hoca... Böyle hocalara sahip olmak duasıyla…