• DOLAR 34.592
  • EURO 35.809
  • ALTIN 2997.047
  • ...

Yıllar önce Amerika’da bir anket yapılır. Ankette çocuklara oldukça enteresan bir soru sorulur: Evden babanızın mı, televizyonun mu gitmesini istersiniz?

Soruya muhatap olan çocukların tamamına yakınının cevabı ise sorudan daha enteresandır: Babamız gitsin...

Aslında bu soruyu kendi toplumumuzun çocuklarına bile sorsak, kayda değer bir çoğunluğun cevabı muhtemelen aynı olacaktır. Gerçi iş artık televizyon sınırlarını da çoktan aşmış durumda.

İnternet kullanımıyla beraber, televizyon kullanımı da artık yavaş yavaş yerini internet yayınlarına bıraktı. 

İnternet ise, ucu bucağı açık, sansürsüz, sınırsız fakat daima ilgiyi üzerine çeken bir mecra…

Gerek televizyon gerek internet olsun, dikkate davet etmek istediğimiz husus ise, dizi ve dizi türevindeki programlar..

Söz konusu diziler ve türevleri olunca o kadar çok seçenek oluşturuluyor ki, insanlar sosyo-ekonomik, psiko-sosyal, sosyo-kültürel, durumlarına göre farklı farklı seçenekler bulabiliyor. Bu işle uğraşanlar bir şekilde insanları etkileri altına almayı başarıyorlar. Hatta bir kısmı, toplumlar üzerinde oluşturdukları etkiler üzerinden, bazı manipülasyon oyunlarını da sinsice empoze edebiliyorlar. 

Bunun yanı sıra, her sektörde olduğu gibi bu sektörde de arz talep ilişkisi elbette önemli bir faktör. Ancak toplumların bilinç seviyesi azaldıkça, bu sektör arzı ve talebi kendi istek ve çıkarlarına göre şekillendirebiliyor.

Durum bununla da sınırlı değil, dizilerin insanlar üzerinde oluşturduğu etkiler illüzyon misali; siyah beyaz-beyaz siyah, güzel çirkin-çirkin güzel, eğri doğru-doğru eğri gösterilerek algılarla oynanabiliyor.

En 'masum(!)'  olarak görülen dizilerde bile bu durum mevcut.

Böylece aile içi ilişkiler, arkadaşlık ilişkileri, tüm sosyal bağlar bundan fazlasıyla etkileniyor. Hatta etkiyle de kalmıyor, infial meydana getirecek tepkiler de olabiliyor. Bunun sayısız örneği var...

Dizilerde gösterilen sanal ve sahte hayatların sözde huzuru, kalitesi, şaşaası insanları yanılgıdan yanılgıya düşürebiliyor.

Yine aynı şekilde oluşturulan sahte ve sanal karakterler de hayatların ve hayallerin merkezine konabiliyor.

Maalesef bu nedenle yalanın cazibesi, gerçeğin safiyetine galebe çalıveriyor.

Çoğu mütedeyyin ailenin de izlediği, milli ve manevi değerlere hizmet ettiği söylenen yapımlarda bile bunun basit örneklerini görmek mümkün.

Dizi filmler ve periyodik aralıklarla devam eden, yemek ve yarışma, kayıp arama bulma-kurtarma (!) çalışmaları yapan gündüz, akşam ve gece kuşaklarında yayınlanan programlar, ciddi anlamda vakit ve duygu israfına neden oluyor.

Ülkemizde yayınlanan dizilerin çoğunun neredeyse üç saat sürdüğü düşünülürse, günde bir dizi film veya yukarıda saydığımız programlardan sadece bir taneyi izlemiş olsak, bunun aylık ve yıllık hesabı,  ömrümüzden alınan veya çalınan çok ciddi bir zaman dilimini gösteriyor.

Hayatımızdan, çocuklarımızdan, evimizden, işimizden çalıp, kendi ellerimizle verdiğimiz değerli vakitler!

Peki sadece arkası yarın veya devamı haftaya kategorisinde olan film veya programlar için mi bu geçerli?

Elbette hayır..

Fakat insan, sürekli gördüğü ekran simalarını fark etmeden zihin ve gönül dünyasına yerleştiriyor. Karakterlerin sözleri, davranışları, hayat biçimlerini içselleştirip kanıksıyor. İş öyle bir noktaya varıyor ki, sanal ve gerçek arasında mekik dokuyan duyguları, zaaflarının da tesiriyle sanal dünyanın esiri haline geliyor.

Tıpkı yukarıda zikrettiğimiz çocuklar misali, TV ve İnternet, kendi hayatındaki bir çok kıymetle boy ölçüşür hale geliyor. İnsanlar kendilerini bile sanal alemin sempati ve saflıktan uzak, ezber replikleriyle ifade edebiliyor.

Bakışlar, dikkatler, muhabbetler de meyledilen mecraya doğru akıp gidiyor.

Bu ve bu gibi etkenleri göz önünde bulundurarak şunları unutmamak gerekir:

Ekran karşısında geçirdiğimiz vakitlerde, kendi hayatımızı durduruyoruz; ekranın open düğmesiyle beraber, kendimizi pause moduna alıyoruz. Bu sebeple izlediğimiz her ne ise buna değmeli, bunu hak etmeli!

Benden ne alıyor ve bana ne veriyor sorusu daima aklımıza gelmeli.

İzlenen şey, evimize, dünyamıza ne sokuyor; ahlâkî yozlaşmaya, kültürel dejenerasyona, manevi disiplinsizliğe neden oluyor mu?

En önemlisi izlediklerimizin, gördüklerimizin, ömrümüzden verdiğimiz çok kıymetli zamanların hesabını verebilecek miyiz?

 Yine unutmayalım biz izleyeceğimizi izlerken, Alemlerin Rabbi de bizi izliyor...