Yarım asırdır coğrafyamızda devam eden şiddet sarmalının sona ermesi için sürdürülen diplomasi trafiği, somut adımlar atmaya başladı. Süleymaniye yakınlarındaki bir mağara önünde 30 kişilik PKK grubu, silahlarını bırakarak somut adımını attı. Silahların susması ve şiddet sarmalının sona ermesi hayırlıdır; hayırlı olacaktır.

Bu şiddetten en büyük zararı şüphesiz Kürtler gördü. Aralarında kadın-çocuk ve kundaktaki bebeklerin de olduğu on binlerce Kürt hayatını kaybetti. Binlerce Kürt köyü boşaltılarak yüz binlerce insan şehirlere ve ülkenin metropollerine adeta sürüldü.

Kendi köyünde huzurlu ve onurlu bir yaşam süren insanlar, tanımadıkları şehirlerin varoşlarında adeta bir mülteci durumuna düştü. Gençler ve bir nesil acımasızca savruldu. Bu travmanın atlatılması ve rehabilite edilmesi bir yana, sağlıklı bir analiz ve tespit dahi yapılamadı. Neredeyse iki nesil, bu şiddet sarmalında büyüdü.

Çukur ve hendek siyasetiyle Kürt şehirleri harabeye döndü. Diyarbakır'ın Suriçi, Nusaybin, Cizre, Şırnak gibi şehirlerin bazı mahalleleri yaşanan çatışmalarda adeta viraneye döndü. Binlerce Kürt genci, Türk solunun devrim fantezilerine kurban edilerek kazılan çukurlara gömüldü.

Köy boşaltmalar, aylarca süren çatışmalar, kepenk kapatmalar bölgenin ekonomisini hedef aldı; bir nesil sağlıklı bir eğitim alamadı. Bunun maddi faturası ağır oldu; ülkenin 2 trilyonunu alıp götürdü. Dolaylı maliyeti ise bu rakamın çok üzerinde. Manevi alandaki kayıplar, yaşattığı acı ve travmalar, zedelenen Kürt-Türk kardeşliği ise parayla ölçülemez.

Tabii ki silahların susması tek başına yeterli olmayacaktır. Şiddet ve Kürt Meselesi, birbiriyle iç içe geçmiş olsa da birbirinden ayrıştırılmalıdır. Elinde silah olanlarla yürütülen pazarlık ve süreci, doğal olarak bununla mücadele eden devlet yapar. Devletin kurumları bu sürecin selametle sonuçlanması için süreci yönetir ve idare eder.

Ancak Kürt halkının insani haklarının verilmesi, bu örgütle yürütülen silahların susturulması sürecinde asla pazarlık konusu yapılmamalıdır. Ne örgütle ne de başka güçlerle... Silahlar sussun ya da susmasın, Kürtlerin meşru insani hakları verilmelidir. Silah ve şiddet, bu ülkede bir hak arama aracı ve enstrümanı olmaktan çıkarılmalıdır. Siyaset mekanizması, istişare ve müzakere devreye girmelidir.

Elinde silah olan bir örgüt, bütün Kürt halkının temsilcisi olarak görülmemelidir. Kürtlerin haklarının verilmesi ve kardeşliğin tesisi için bütün Kürtler muhataptır, hatta muhataba dahi gerek yoktur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kızılcahamam Kampı'nda yaptığı son konuşmada "Türk, Kürt, Arap eğer bir aradaysa, birse, beraberse işte o zaman Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır. Ayrıştıklarında, bölündüklerinde, uzaklaştıklarında ise mağlubiyet, hezimet, hüzün vardır. Moğol orduları acımasızca İslam beldelerini yıktı. Çünkü Türk, Kürt, Arap ayrışmıştı. Haçlılar İslam beldelerine saldırdı. Çünkü Türk, Kürt, Arap birbirinden kopmuştu. Birinci Dünya Savaşı'nı kaybettik, aramıza sınırlar çizildi, duvarlar örüldü. Kudüs'ü yitirdik çünkü tefrika vardı. Ne zaman ayrıldık, kaybettik, yenildik. Ne zaman ittifak yaptık, o zaman tarihe istikamet çizdik. Bugün Gazze'de, Filistin'de tarihin en acımasız, en vahşi, en barbar soykırımı icra ediliyor. Neden? Çünkü Türk, Kürt, Arap tarih boyunca olduğu gibi bir araya gelip ittifak kuramıyor..." sözleri meselenin anlaşılması ve çözümü için önemlidir.

Ya geçmişte atalarımızın yaptığı gibi hakiki manada kardeş olur, sorun ve sıkıntılarımızı birlikte paylaşır, çözer, büyür ve düşmanlarımızı alt ederiz... Ya da birbirimizle savaşmaya devam eder, düşmanlarımıza lokma olur, birer birer teslim oluruz.

Allah Teâlâ bu süreci kardeşliğin tesisine, emperyalistlerin planlarının akamete uğratılmasına, Gazze, Kudüs ve bütün İslam coğrafyasının özgürlüğüne vesile kılsın...