Artık kelimeleri süsleyerek konuşmanın bir anlamı yok. İslam ümmetinin başına gelenler kader değil, tercihlerimizin sonucudur. Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yolundan sapan bir ümmetin; işgal, iç savaş, açlık ve zilletle sınanması şaşırtıcı değildir. Asıl şaşırtıcı olan, hala bunun farkında olmamamızdır.
Bugün Kudüs işgal altında, Gazze yerle bir ediliyor. Ama mesele yalnızca Filistin değildir. Çeçenistan boğuldu, Suriye paramparça edildi, Yemen açlığa mahkûm edildi, Sudan ve Libya kardeş kavgasına sürüklendi. Bu coğrafyaların hepsinde aynı fotoğraf var: Sünnet yok, adalet yok, ümmet bilinci yok. İşte bu boşlukta Siyonizm ve küresel zulüm düzeni rahatça at koşturuyor.
Kur’an bu tabloyu çok önceden haber vermiştir:
“Kim Benim zikrimden yüz çevirirse, onun için sıkıntılı bir hayat vardır.” (Tâhâ, 124).
Allah’ın zikrinden yüz çevirme sıfatından; Kur’an’ı sadece kandil gecelerinde okumak, Resulullah’ı sadece mevlitlerde anmakla kurtulunmuyor. Allah’ın ve Resulü’nün ölçülerini hayattan çıkarmak zikirden yüz çevirmektir. Biz tam olarak bunu yaptık. Hayatı Kur’an’sız, siyaseti sünnetsiz, ticareti ahlaksız kurduk; sonra da Allah’tan yardım bekledik. Bu, samimiyet değil; ikiyüzlülüktür.
Bugün Resulullah sevgisi de kirletilmiştir. Resulullah’ı sevmenin; sadece dilde salavat getirmekle, profile “I love my Prophet” yazmakla olduğunu sanan bir anlayış türedi. Bu sevgi değildir, bu kolaycılıktır. Resulullah’ı sevmek; onun adaletini savunmaktır, onun ahlakını yaşamaktır, onun zalime karşı duruşunu miras almaktır. Sünneti hayatın dışına itip, sevgiden bahsetmek yalancı bir aşktır.
Kur’an bu yalancı sevgiyi açıkça reddeder:
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmrân, 31).
Uymadan sevgi olmaz. İtaat yoksa iddia boştur. Bugün ümmetin büyük kısmı Resulullah’ı sevdiğini söylüyor ama Onun yoluna gelince susuyor. Kudüs işgal altındayken sessiz kalan, Yemen’de çocuklar açlıktan ölürken görmezden gelen, Suriye’de mezhep hesabı yapan, Çeçenistan’a sırtını dönen bir kalabalık; Resulullah’ın ümmeti asla olamaz…
Daha da acısı şudur: Dini kullanarak dine en büyük zararı verenler ortaya çıktı. Koltuk için dini satanlar, iktidar için ayeti eğip bükenler, menfaat için hadisle oynayanlar… Bunlar ümmetin başına düşmandan daha büyük bir beladır. Çünkü düşman açıktır; ama bunlar içeriden çürütür. Siyonizm dışarıdan vurur, bu sahte dindarlık içeriden çökertir.
Resulullah (s.a.v.) bu çöküşü haber vermiştir:
“Yakında milletler, bir sofraya üşüşür gibi sizin üzerinize üşüşecekler.”
Ashab sorar: “Az olduğumuz için mi?”
Resulullah cevap verir:
“Hayır, çok olacaksınız ama sel suyundaki köpük gibi olacaksınız.” (Ebû Dâvûd – sahih)
Köpük çoktur ama ağırlığı yoktur. Bugün ümmet çoktur ama etkisizdir. Çünkü sahici iman yerine slogan, sahici sünnet yerine vitrin dindarlığı vardır. Herkes konuşur, kimse bedel ödemez.
Şunu artık açıkça söylemek zorundayız:
Siyonizm, ümmetin zayıflığından değil; sünnetsizliğinden güç alıyor.
Biz, Resulullah’ın kurduğu kardeşliği terk edince; kavimler silaha dönüştü, mezhepler cephe oldu. Sudan’da, Libya’da Müslüman Müslüman’ı vururken düşman seyrediyor. Çünkü bizim kavga etmemiz, onların işine geliyor.
Kur’an ilahi yasayı koymuştur:
“Allah, bir kavim kendilerinde olanı değiştirmedikçe onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d, 11)
Biz değişmedik. Sahte sevgiyi terk etmedik. Konforu, suskunluğu ve çıkarı din edindik. Sonra da neden zillet kalkmıyor, diye hayret ettik.
Resulullah (s.a.v.) bu zilletin sebebini de açıkça söylemiştir:
“Siz dünyaya meyledip cihadı terk ettiğinizde Allah size zillet verir ve dininize dönmedikçe onu üzerinizden kaldırmaz.” (Ebû Dâvûd – sahih)
Bu hadis, mazeretleri bitiriyor. Kurtuluşun yolu bellidir: Resulullah’ın yoluna dönmek. Lafla değil, bedelle. Profil yazısıyla değil, duruşla. Sloganla değil, itaatle.
Gazze, Çeçenistan, Suriye, Yemen, Sudan ve Libya bize tek bir hakikati haykırıyor:
Resulullah’ı sadece dilde sevenler, ümmeti bu hale getirdi.
Ve son bir soru kalıyor, kaçacak yer bırakmayan bir soru:
Eğer Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bugün hayatta olsaydı, bizi över miydi; yoksa bizden uzak mı dururdu?
Onun adını dillerinde taşıyıp, yolunu hayatlarından silenleri mi sahiplenirdi?
Zulüm karşısında susanları, mazlumun kanı akarken konforunu bozmayanları mı “ümmetim” diye bağrına basardı?
Yoksa salavatlarımızın ardına saklanan korkaklığımızı, vitrin dindarlığımızı ve sahte sevgimizi yüzümüze mi vururdu?
Belki de en ağır hakikat şudur:
Resulullah bugün aramızda olsaydı, biz onun yanında duramazdık.
Çünkü o; bedel isteyen bir yolun peygamberiydi, biz ise bedel ödemeden cennet isteyen bir kalabalığa dönüştük. Bu yüzden yaşadıklarımız ceza değil, aynadır. Ve o aynada gördüğümüz şey hoşumuza gitmiyorsa,
çözüm düşmanı suçlamakta değil, Resulullah’ın terk ettiğimiz yoluna geri dönmektedir.
Aslına dönmedikçe;
ne bu kan durur,
ne bu zillet kalkar,
ne de bu ümmet izzetine kavuşur.
Bu gerçek ne kadar sertse, yaşadıklarımız ondan daha serttir.
Gazze’ye selam, direnişe devam!