Son yıllarda Türkiye toplumunda gözle görülür bir değişim yaşanmaktadır. Ne yazık ki bu değişimin yönünün, toplumun hayrına değil, zararına doğru işlediğini söyleyebiliriz. Moda adı altında teşvik edilen çıplaklık, gençler arasında yaygınlaşan ahlaki kayıtsızlık, dini yaşama karşı lakayt kalma ve cinsiyet değiştirme propagandaları, toplumun geleceğini ciddi şekilde tehdit etmektedir.
Çarşıya çıkın, vitrinlere bakın; sanki giyim değil soyunma yarışı var. Moda adı altında pazarlanan ürünler, elbiseyi bir örtü değil, bir teşhir aracı hâline getirdi. İnsanlar artık “nasıl giyinirim” diye değil, “nasıl daha fazla açılırım” diye düşünüyor. Oysa İslam, giyinmenin insana şeref kazandıran bir nimet olduğunu bize açıkça bildiriyor. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz şöyle buyurur:
“Ey Âdemoğulları! Size mahrem yerlerinizi örtecek giysi, süsleneceğiniz elbise yarattık. Takvâ elbisesi, işte o daha hayırlıdır.” (A’raf: 26)
Ayetten de anlaşıldığı gibi giyinmekten murad edilen gaye, edebi ve hayâyı muhafaza etmek, takvayı kuşanmaktır. Ancak günümüzde giyinmeye tam tersi bir anlam yüklenerek çıplaklık asıl amaç haline getirilmiştir. Bu, aslında bir tercihten öte küresel şirketlerin, medyanın, sözde sanatçıların ortaya koyduğu toplum mühendisliğinin bilinçli bir dayatmasıdır. Bu dayatma, gençleri hayâsızlık yarışına sokmaktadır.
Bunun yanında, son dönemde küresel akımların etkisiyle cinsiyet değiştirme konusu da topluma dayatılmaya başlanmıştır. Çocuklara küçücük yaşta cinsiyet değiştirme fikri aşılanmakta, hormon ilaçlarına reçetesiz bir şekilde adeta şeker gibi erişilebilmektedir. Bu, sadece bireyin değil, bütün bir toplumun fıtratını tahrip eden büyük bir tehlikedir. Kur’an’da Rabbimiz, şeytanın insanlara vermeyi taahhüt ettiği zararlardan birini bize şöyle aktarır:
“…Allah'ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim…" (Nisa: 119)
İnsanın yaratılışını bozmak, yani cinsiyet değiştirmek, yani erkeklikten kadınlığa ya da kadınlıktan erkekliğe geçmek şeytanın emrini yerine getirmekten, Allah’a açıkça isyan etmekten, Allah’ın bahşettiği fıtratı bozmaktan başka bir şey değildir. Fıtratla oynayan toplumların ayakta kalması mümkün değildir.
Bütün bunlar, “Aile yılı” olarak ilan edilen 2025 Türkiye’sinde yaşanmasına rağmen aileyi ifsad eden vasıtaların, devletin aileyi ihya etme politikalarının halen çok önünde gittiğini üzülerek görmekteyiz. Aile; iffet, sadakat, hayâ ve ahlak üzerine inşa edilir. Eğer bu değerler yok edilirse, sadece aile değil, milletin tamamı çöker. Devletin cinsi sapıklığın önüne geçmek, ahlaki yozlaşmayı önlemek, çıplaklığa karşı savaş açmak gibi bir politikasının olduğunu ne yazık ki göremiyoruz. Dolayısıyla devletin, bu ahlaki erozyondan ve toplumu ifsad eden böylesi mel’anetlerden rahatsız olmadığı ortadadır.
Peki, çözüm nedir?
Her şeyden önce, yeniden öze dönüş şarttır. Bu dönüş, İslam’ın emrettiği ahlaki erdemleri hayatımıza taşımakla mümkündür. Eğitim sisteminde çocuklarımıza sadece akademik bilgi değil, edep, hayâ, aile bağları ve dini bilinç verilmelidir. Medya, sanat ve moda alanında çıplaklığı teşvik eden değil, iffet ve ahlakı öne çıkaran içeriklere yer verilmelidir. Devlet, bu noktada ciddi politikalar geliştirmek zorundadır. Çünkü ahlaki yönden çöken milletler, sanayide, teknolojide, savunmada ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, sonunda başka milletlerin sömürgesi olmaktan kurtulamazlar.
Bugün bizlere düşen görev; önce kendi evimizden, kendi ailemizden başlayarak hayâyı, iffet ve edebi yeniden ihya etmektir. Toplumun ahlakını korumak, sadece devletin değil, her bireyin sorumluluğudur. Unutmayalım ki Allah Resulü (sav.) şöyle buyurmuştur:
“Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz.” (Buhari, Ahkâm, 1).
Toplum olarak kurtuluşumuz, yeniden İslam’a dönüştedir. Öze dönmediğimiz sürece, başkalarının kültürel ve ahlaki hegemonyasından kurtulmamız mümkün değildir. Şimdi sorumluluk alma, takva elbisesine bürünme ve ahlakı yeniden inşa etme zamanıdır.