Bismihi Teâla
Okula başlama yaşını erkene almak…
Kulağa reform gibi geldi, değil mi?
Oysa çocukluk takvimle değil,
kalple yaşanır.
Ne yazık ki yine teraziyi şaşırdık.
Beş yaşla altı yaş arasındaki fark,
bazen bir ömür kadar büyüktür.
Oyun çağındaki bir çocuğu sıraya oturtup,
“Artık okullusun.” demek;
fidanı kök salmadan budamaya benzer.
Makas aralığı büyüdükçe,
kırılmalar da kaçınılmaz olur.
Her şeyin hızlandığı bir çağda çocukluğu da hızlandırdık.
Sonuç ortada:
dikiş tutmayan bir eğitim düzeni.
“Ne kadar erken başlarsa, o kadar başarılı olur” sanıyoruz.
Oysa sabırla beklenmeyen hamur kabarmaz;
erken koparılan meyve tat vermez.
Çocuk, oyunla büyür; merakla öğrenir, güvenle gelişir.
Ama biz, onu korkuyla, aceleyle, endişeyle sınadık.
Kırk dakika boyunca yerinde kıpırdayamayan,
teneffüsü dört gözle bekleyen o minik eller…
Onlara “okullu” dedik, fakat oyunlarını ellerinden aldık.
Şimdi, oyun fukarası bir nesil yetişiyor.
Öğretmenine “amca”, “teyze” diyen,
kalem tutmadan yarışa koşulan çocuklar var.
Evdeki hesap yine çarşıya uymadı.
Eğitimde acele edenin ayağına dolanır;
çünkü çocukluk sabırla büyür, sevgiyle olgunlaşır.
Bakanlık “bir an önce” diyor ama çocukluk “yavaş yavaş” ister.
Bazı şeyler —tıpkı çocuklar gibi—
büyümek için zamana muhtaçtır.
Son söz niyetine:
Çocukluk bir yarış değil, bir yolculuktur.
Ne kadar erken başlatırsak, o kadar ilerleyeceğini sanıyoruz;
oysa çoğu zaman, o yolculukta çocukları yolda bırakıyoruz.
Sahi,
oyun çağında yarışa sokulan kuşlar gerçekten uçabilir mi?
Kalın sağlıcakla.