Yıllar önceydi. Yakın akrabamızdan biri yıllar sonra Fransa’dan memlekete dönmüştü. Avrupa’yı öve öve bitiremiyor ve Avrupa’nın özgür(!) hayatından bahsediyordu… Bir ara Avrupa’nın ahlaki yozlaşmasından, evliliğin azalmasından ve bunun toplumları bitiren sonuçlar doğurduğunu söyledik. Kendisi buna katılmadığını ve “özgür hayatın” ne sorunlar doğurabileceğini söyledi? Özgür hayat derken kendisi “evlilik dışı” ilişkilerden söz ediyordu.

Kendisine, “Bugün Avrupa’nın en büyük sorunu nedir?” dedik. “Bilmiyorum” dedi. Sorumuza soruyla devam ederek; “Bugün Avrupa’nın en büyük sorunu, nüfusunun yaşlanması değil midir?” dedik, kendisi, “evet” dedi. “Peki, nüfus yaşlanınca çalışacak iş gücü azalmadı mı?” dedik, yine “evet” dedi. “Çalışacak iş gücü azalan Avrupa ülkeleri bu açığı kapatmak için göç almak zorunda kalmıyor mu?” dedik, yine “evet” dedi. “Bu göç, onların sosyal dengesini değiştirmedi mi?” dedik, yine “evet” dedi… Sohbet bu şekilde devam etmişti ve kendisi sohbetin sonunda, “Bu söyledikleriniz toplumsal bir hakikattir ve ben bu şekilde hiç düşünmemiştim” dedi…

Evet, Avrupa’nın yıllar önce yaşadığı tehlikeyle karşı karşıyayız. Türkiye’nin nüfusunun genç oranlarını yenileyebilmesi için gerekli oran 2,1’in altına düşmüş. Yani çocuk nüfusu yüzde 25’in altına düşmüş. Bu da her dört kişiden üçünün yaşlandığına işaret ediyor. Oysa Türkiye’de 1950 yıllarında çocuk nüfusu toplam nüfusun yarısına tekabül ediyordu. Bugün ise tedbir sınırının çok daha altına düşmüş ve böyle devam ederse Avrupa’nın yaşadığı en büyük sıkıntı olan nüfus yaşlanmasının sonuçlarını çok daha fazla yaşayacağız. Bu durum sadece yaşlanan bir toplum anlamına gelmiyor, aynı zamanda üretkenlikte düşüş, çalışma ve taleplerde daralma gibi ekonomik sıkıntıları da beraberinde getiriyor. Yani evlilik yaşının yükselmesi ve buna bağlı doğum oranlarının düşmesi sadece istatiksel bir nüfus sayısı değil, sosyal sistemlerin devamlılığıyla doğrudan orantılıdır.

Peki, evlilik neden azalıyor?

Birçok şey söylenilebilir ancak ana hususlardan bir tanesi; ebeveyn olacak gençler, iki taraflı bir uçurum gibi evliliğe bakıyor. Bir tarafta yoz ilişkileri “özgürlük” olarak benimseyenler var ki bunlar evlilikten ve çocuk edinmekten kaçıyor. Diğer taraftan evliliğe maliyet ve risk gözüyle bakanlar var ki bunlar da zorluğu göze alamayan ve bireysel yaşamı kutsadıkları için evliliğe yanaşmıyor. Bir şekilde evlenenler de çocuk edinme korkusunu yaşıyor. Yani bir yönüyle gençlerimiz, evlenmeyi ve çocuk edinmeyi hayatlarının geçekleriyle uyumlu bulmuyor.

Sonuç olarak; Türkiye’de çocukların ve genç nüfusun sadece sayısal olarak değil, niteliksel olarak da gerilediğini görüyoruz. Çocukların ve gençlerin sadece temel ihtiyaçlarına yönelip manevi temel eğitimden mahrum bırakılmaları da bu sorunu doğuran ana etkenlerdendir. Çocukların ve gençlerin ruhlarını besleyecek, manevi değerlere bağlılıklarını ve sosyal gelişimlerini sağlayacak alanların genişletilmesi gerekir. Yani eğitim şeklimiz ve değerlerimiz; çocuk doğurmayı sadece bireysel bir tercih değil, bir ibadet ve toplumsal bir gelecek olarak gören bir nesil yetiştirmelidir.