Birkaç gündür bir kısım insanlar Enes Kara'nın ailesini hedef tahtasına koymuş, acımasızca eleştirip duruyor. Kimileri, 'Bu zamanda hangi genç ailesinin sözüyle hareket ediyor ki, kesin başka sorunları vardı da ailesini bahane etti' diyor. Kimi eğitim sistemine, kimi ekonomiye bağlıyor. Tabi İslam'ı, İslamî kurumları hedef almak için pusuda bekleyen; cemaat yurtları kapatılsııın diye ağzından necis salyaları akarak kendine pay çıkaran leşcil sırtlan güruhunu da unutmamak lazım...

Halbuki herkesin oturup, düşünüp, kendisine pay çıkarması gereken bir manzara yok mu karşımızda? 'Kolaylaştırın zorlaştırmayın, sevdirin nefret ettirmeyin' Hadis-i Şerifi'ni iliklere kadar hissettiren bir olay değil mi bu?

Genel tabloya baktığımız zaman, dini bütün bir ailenin tıp okuyan genç oğlu. Cemaat yurdunda kalıyor. Bir yandan tıp eğitimi alırken diğer yandan İslami eğitimler alıyor. Her anne-babanın hayali bir tablo değil mi? Ama normal şartlarda iki kanatlı bir kuş olması, uçması gerekirken Enes, iki kanadını da kendine yük gördü, taşıyamadı ve boşluğa bıraktı kendini...

O kadar karamsar, o kadar her şeyden vazgeçmişti ki... Ona göre kimse doktor olmak istemiyordu, kimse cemaat yurdunda kalmak istemiyordu, hatta kimse yaşamak bile istemiyordu...

Evet, kimse zorla istemediği yerde kalmamalı, kimse zorla istemediği eğitimi almamalı, Allah-u Teala kuluna taşıyamayacağı yükü yüklemezken hiçbir anne-baba, hiçbir eğitim sistemi bir çocuğa taşıyamayacağı yükü yüklememeli.

Normal şartlarda psikolojisi bozuk bir insan çok değil birkaç saat Risale-i Nur okusa kalbine, ruhuna bir ferahlık gelir. Bu çocuk yirmi beş yıldır içinde Risale-i Nur kitapları okunan bir evde doğmuş, büyümüş. Hadi öncesinde hiç okumamış olsun, bir yıldan fazladır her gün bir saat bu kitapları okumak zorunda bırakılmış. Bu süre zarfında hiç mi etkilenmemiş de ateist olmuş? Sizce böyle bir şey nasıl olabiliyor?

'Kolaylaştırın zorlaştırmayın, sevdirin nefret ettirmeyin' hadisi göz ardı edilince ne yazık ki olabiliyor.

İnsan sağlığına hiçbir faydası olmayan hatta zararlı olan o kadar şeyi bize şirin gösterip hayatımıza soktular ki. Faydalı gibi anlattılar, nefse hoş gösterdiler. 'Sen en iyisini hak ediyorsun, en iyisine layıksın' palavralarıyla sevdirerek, tatlı dille yılanları bile bize sevimli gösterdiler. Biz ise en aziz olan değerlerimizi bile sevdirmeden, zorla, baskıyla çocuklarımıza kabul ettirmeye çalıştık. Madem doğru olan budur, öyle ya da böyle uyacaksın dedik.

Onlar canavar gibi ürkütücü örümcek adamlarını koca bir dünyanın çocuklarına süper kahraman diye sevdirdiler, biz en yüce şahsiyet Peygamberimizi bile bir kahraman olarak çocuklarımıza sevdiremedik, kalplerinde ve hayatlarında yer ettiremedik. Bu da bizim ayıbımız..

Alın teriyle helal olarak para kazanılan her mesleğe saygı duymayı öğrenemedik, öğretemedik. Bir temizlikçi, bir tablacı, bir eskici olsun, yeter ki kazancı helal olsun, Allah yolunda olsun diyemedik. Üstünlük takvada iken biz dünyalık sıfatlarda, makamlarda aradık durduk.

Kaldı ki o çocuk mühendis olmak istiyor. Mühendislik de toplumumuzda saygınlığı olan bir meslek. Ama yook. Nasıl bir takıntıysa artık doktor olmasına karar verilmiş bir kere. Maalesef örnekleri o kadar çok ki. Baskıyla gece gündüz sınava çalışan ve bir gün kendini bir mezarın üzerindeki ot zanneden, 'beni sulayın' diye etrafındakilere yalvaran bir çocuk duymuştum. Annesi pedagogları, psikologları gezdirip en son çaresiz çocuğuyla kalabalıktan uzak bir köye yerleşmişti. 'Yeter ki oğlum iyileşsin, çoban olsun' razıyım diyordu.

Biz bunu kendimize ve çocuklarımıza niye yapıyoruz ki? Bir an sonrası belli olmayan, sivrisineğin kanadı kadar kıymeti olmayan bu dünya için bu kadar hırs niye? Okumak isteyen tabi ki de okusun. Kendi evladımız olsun olmasın okuyana destek olalım. İmkansızlıklar sebebiyle okumak isteyip de okuyamayan nice genç var. Ama bir anne-baba çocuğunun kapasitesini de bilir, ne istediğini de bilir, neye gücünün yetip neye yetmeyeceğini de bilir. Hiçbir makam, mevki çocuklarımızın huzurundan, mutluluğundan, sağlığından, canından daha kıymetli değildir.

Sadece eğitim konusu da değil, farzlar haricinde takva boyutu için de anne baba evladına baskı yapmamalı. Tabi ki en iyiyi, en doğruyu anlatacağız ama güzellikle, sabırla, sevdirerek... Hz. Musa'nın Firavun'a bile yumuşak bir dille hitap etmesini emretmişken Rabbimiz, soruyorum size çocuklarımız bu kadarını da mı hak etmiyor? Tatlı dilimiz işe yaramadıysa duaya sarılacağız. Anne-babanın evladı için ettiği dua geri çevrilmez Allah-u Teala'nın izni ile.

Sistem şöyle, toplum böyle, imkanlar öyle... Hepsini boş verin. Mutlu, huzurlu, ne istediğini bilen, sevgi-saygı gösterdiğimiz, elif gibi dimdik, imanlı bir nesil yetiştirmek için elimizden geleni yapalım, sonrasını Rabbimize bırakalım, kafi.

Sevdirelim, nefret ettirmeyelim. Kolaylaştıralım, zorlaştırmayalım. Ne kendimize ne evlatlarımıza Rabbimizin yüklediğinden fazlasını yüklemeyelim...

ENES DURMAZ