Napolyon, egemenliğini bütün Avrupa üzerinde güçlendirdikten sonra Rusya’yı işgal etmeye karar verir ve ordusunu hazırlayıp yola çıkar. Ordu Avrupa’nın köy, kasaba veya şehirlerinden geçerken insanlar işini gücünü bırakıyor ve bu güçlü ordu ve dünyaya korku salan komutanını seyretmeye koyuluyorlardı.

Napolyon, Rus topraklarına girdiği esnada gözü tarlasında çalışan bir ihtiyara ilişir. Kazmasıyla, baltasıyla tarlada çalışıp duran ihtiyar adamın kendi ordusuna başını kaldırıp bakmaması Napolyon’un dikkatini çeker. “Avrupa’nın kızları sabah uykularını bozup ordumu görmek için dışarı koşarken, bu ihtiyar nasıl olur da beni ve ordumu göremez” der ve askerlerine, “şu ihtiyarı alıp getirin” emrini verir.

Askerler ihtiyarı derdest edip getirirler. Napolyon, elindeki küçük baltasıyla beli bükülmüş halde karşısında duran ihtiyara sorar:

“Neden çalışmana ara verip ordumu seyretmedin”?

İhtiyar köylü:

“Bana ne senin ordundan. Toprağım için çalışmak benim için öncelikli olan iştir” diye karşılık verir.

Napolyon:

“Benim kim olduğumu bilmiyor musun”?

İhtiyar köylü: “Senin kim olduğunu bilmem beni ilgilendirmiyor”.

Napolyon: “Beni tanıman nasıl ilgilendirmez seni? Ben yakında ülkeni işgal edecek olan Napolyon’um” diye kükrer.

İhtiyar köylü:

“Sen hakir bir işgalcisin ve benim ülkemi alamayacak kadar da küçüksün” der.

Napolyon, “Adımı kendinle taşıman ve hiç unutmaman gerek” dedikten sora askerlerine şöyle emreder:

“Kalem şeklindeki bir demir parçasını ateşe koyun ve onunla adımı avucuna kazıyın ki, onu ne unutsun ne de silebilsin.

Askerler emredileni derhal yerine getirirler. İhtiyarın canı çok acır, ama o bu işgalcinin adını hayat boyunca taşımanın daha çok acı vereceğinin bilincindedir. Ve hemen elindeki baltayla o eli keser ve onu Napolyon’un yüzüne fırlatıp şöyle der:

“Al ismini! Ben senin gibi aşağılık bir işgalcinin adını taşımaktan utanç duyarım”.

Napolyon bu manzara karşısında etrafındakilere bakar ve tarihe mal olmuş o meşhur sözünü söyler:

“İşte şu andan itibaren hezimet başlamıştır”.

Asalet sadece seçkin insanlarda değil, bazı hayvanlarda bile vardır.

Cahiliye dönemi Araplarının bir adeti şöyleydi. Kendilerine ait atlar çoğalıp hangilerinin asil, hangilerinin de asil olmadığını anlamak için, onları bir mekanda toplar ve aç, susuz bırakırlardı. Peşinden de sopayla iyice döverlerdi. Daha sonra onların önüne yem bırakırlardı. Bu durumda atlar ikiye ayrılırlardı. Atların bir kısmı hemen ot ve suyun üzerine saldırır ve daha önce kendilerini dövüp aşağılayan ellerin kendilerine sunduğu yemleri yemede bir sakınca görmeyen birinci grup.

İkinci grup ise, kendilerini döven ellerin sunduğu yemleri yemeyi reddeden grup. İşte at sahipleri bu yöntemle hangi atın asil, hangisinin de asil olmadığını ortaya koyarlardı. Kendilerini döven ellerin sunduğu yemleri yemeyenler asil, diğerleri ise asil olmayan atlardır.

Bugün ne kadar da asil olmayan insan var şu coğrafyamızda. Kardeşlerini, dindaşlarını boğazlayan Siyonistlerin ürettiği malları umursamadan tüketenlerin asaletleri nerede dersiniz?

Ya Müslümanların kutsallarını ve ekonomik kaynaklarını ellerinde bulunduran ve bu kaynakları işgalci ABD ve jandarması Siyonizme peşkeş çekenlerin hallerini hangi kelimeyle ifade edebilirsiniz? Bence bazı rezaletleri kelimelerle ifade etmek çok güç. “Alçak” değil, “çukur” deseniz bile kelimeler kifayetsiz kalır vesselam.