Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2025 yılını “Aile Yılı” ilan etmesiyle, başta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olmak üzere ilgili bakanlıkların bünyesinde “Aile” konulu etkinlikler yapılmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2025 yılını “Aile Yılı” olarak ilan etmesi, aslında Ekim 2023’te yayınlanan ve 2024 ile 2028 yılları arasını kapsayan 12. Kalkınma planında aileye yapılan vurgunun bir neticesidir. 12. Kalkınma Planında şöyle denilmektedir:
“Kadın ve erkeğin evlilik bağıyla kurulan, milli ve manevi değerlerin taşıyıcısı olan ailenin her türlü zararlı eğilimden korunması, sağlıklı nesillerin yetişmesi, dinamik nüfus yapısının ve kalkınmanın istikrarlı bir biçimde sürdürülmesini teminen aile kurumunun güçlendirilmesi temel amaçtır.”
Hiç şüphesiz aile, toplumun en önemli kurumudur. Toplumları ayakta tutan dinamiklerin başında da aile kurumu gelmektedir. Toplumların iç ve dış etkenlerden etkilenmemesi, diğer toplumlar karşısında varlığını koruyabilmesi, bir bütün halinde gelecek nesillere uzanabilmesi, ancak sağlıklı ailelerle mümkün kılınabilir.
2025 yılının “Aile Yılı” ilan edilmesi kuşkusuz olumlu bir adımdır. Zira toplumun temeli olan ailenin güçlendirilmesi, sadece bireylerin kendi özel çabalarıyla değil, ancak devletin ortaya koyacağı projelerle, atacağı sağlam adımlarla, alacağı tedbirlerle, kanun ve yasalarla koruma altına almakla gerçekleştirilebilir. Bu sebeple de aile yılı ilanının samimi ve gerçekçi olması isteniyorsa, bu söylemin içinin doldurulması lazımdır.
12. Kalkınma Planında aileye özel vurgu yapılması ve Cumhurbaşkanının aile yılı ilanı, ne yazık ki Türkiye’de aile kurumunun ciddi tehdit altında olduğunun artık devletin en üst kademeleri tarafından da bilindiğini ortaya koymaktadır. Özellikle “İstanbul Sözleşmesi” ile başlayan süreçte yapılan kanun değişiklikleri, aile yapısına ciddi zararlar vermiş ve aile kurumu çatırdamaya başlamıştır. CHP ve DEM Partinin öncülük ettiği ve dışarıdan fonlanan feminist kadın dernekleri ile LGBT+İ gibi sapkın yapılanmaların son yıllarda çok daha görünür olmaları, açıkça gösteri ve yürüyüş yapmaları aile yapısını bozmaya yönelik girişimlerdir.
Aile, sadece evlilik ve kan bağıyla oluşan bir yapı değil; sevgi, saygı, sorumluluk ve fedakârlıkla ayakta duran kutsal bir kurumdur. Bir yandan aile yılı ilan edilip ailenin korunmasına yönelik birtakım faaliyetler yapılırken, diğer taraftan aile yapısını içeriden kemiren pek çok unsurla karşı karşıya olmamız bir çelişki olarak karşımızda durmaktadır. Özellikle televizyon ekranlarında yer bulan, aile değerlerini hiçe sayan, ahlaki yozlaşmayı adeta bir reyting silahına dönüştüren programlar, diziler ve filmler bu çelişkinin başını çekmektedir. Bu, hem akıl hem vicdan terazisinde tartıldığında ağır bir çelişkiye sebep olmaktadır. Devletin ve ilgili kurumların, bu noktada söylem ile eylem arasındaki farkı kapatacak adımlar atması elzemdir.
Ailenin gerçekten korunması isteniyorsa, sadece isimler koymakla, yaldızlı reklamlar vermekle, kampanyalar başlatmakla yetinmeyip kültürel ve medya politikalarının da bu hedefe uygun biçimde yeniden şekillendirilmesi gerekmektedir. Özellikle Milli Eğitimin, daha anaokulundan başlayıp üniversiteye kadar bütün müfredatında değişikliğe gitmesi bir zorunluluktur. Aksi hâlde, “Aile Yılı” ilanı, samimiyetin değil, sadece gündem oluşturmanın bir aracı olarak kalır.
Aslında aileyi korumak o kadar zor bir iş değildir. Özümüze, kendi değerlerimize, Allah’ın kitabına ve Peygamberimizin (sav) sünnetine dönüş yapıldığında, çok çetrefilli görünen birçok şeyin aslında ne kadar basit çözümleri olduğu görülecektir. Gayri İslami bir düzen içinde ve her şeyin çivisinin çıktığı bir zamanda, içi boşaltılmış kelime ve kavramlarla aile kurumuna yeniden eski sağlamlığını vermenin mümkün olmadığını bilmek lazımdır.