Bazen muhataplarımızın gündemine dalıp varlığın asıl amacını kaçırabiliyor ve sosyal düzeni başat değerlendirme unsuru yapma hatasına düşebiliyoruz. “Sosyal düzen önemsizdir, zihnimizin fildişinden kulelerine çekilelim” demek istemiyoruz. “En önemli değil demek” ile “hiç önemli değil” demek arasında oldukça uzun mesafe var çünkü. Zaten birazdan kendimizi sosyal düzen savunuculuğuna kaptıracağız. Ama önceden, bir yanlış anlaşılma olmasın diye söylemeye çalışıyoruz ki: “İslam, Allah'ın sistemidir. İslam, insan içindir ama İslam'ın insana ihtiyacı yoktur. İnsanların İslam'a ihtiyacı vardır. Bütün insanlık İslam’ı terk etse bile, kaybeden İslam değil, insanlık olacaktır. Bizler İslam’ın savunusunu yaparken, İslam’ı değil, kendimizi (insanlığı) korumaya çalışıyoruz. Çünkü bütün insanlar Allah'a karşı savaşsa bile, (haşa) Allah'a, dolayısıyla O’nun sistemi olan İslam'a en küçük bir zarar bile veremezler.”
Şimdi, asıl bahis konusu yapmak istediğimiz konuya gelelim. Seçtiğimiz başlığın sert kaçtığının farkındayız. Ama “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” artık ideolojik bir dayatmadır. Kutlamalarda söz konusu olan kadın değildir. Yani bu etkinliklerde kadının özgürlüğü veya kadın için adalet arayışı yoktur. Tekrar ediyorum, çoğunlukla bu günü kutlayanların amacı kadın hakları değildir. Tekraren tekrar ediyorum, hedef asla, erkek egemen toplumda kadını güçlü kılmak değildir. Kadın figürü bu kutlamalarda sadece figürandır. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde savunu değil, ideolojik bir saldırı hedeflenmektedir. Hedefte ise İslami sosyal sitem vardır.
Zaten feminizm ve kadın hakları savunuculuğu da özgür değildir. Bu günler ve bu kutlamalar genelde birer projedirler. Coğrafyamızda bunun savunuculuğunu yapanlar da ekseriyetle başka parmaklarda oynatılan birer kukladırlar.
Kökü güneşin battığı karanlık yönde bulunan zihniyettedir. Yaymaya çalıştıkları ise sekülerizm ve ahlaksızlıktır. Bu türden kutlamalarla, İslam'ın ve insanlığın kadim kültürünün en önemli unsuru olan “aile” ve “namus” kavramlarını yok etmeye çalışmaktadırlar. Coğrafyamızda bunun bayraktarlığını yapanların hedeflerinde, derin bir kin besledikleri İslami yaşam tarzı vardır. Ama kendilerine ve arkalarından sürükledikleri halklara zarar veriyorlar.
Sosyalizm ve danışıklı düşmanı Liberalizm, bu tür etkinlikleri toplumlara, modernizm cehaletinin gözlerini kör ettiği seküler ideolojiler vasıtasıyla dayatmaya devam ediyor. Bu ideolojiler bazen Kürtçülük veya Türkçülüğe boyanıyor, bazen de çevre duyarlılığını kullanıyor. Onlara karşı, İslam'ın kadın haklarının en önemli koruyucusu olduğuna dair bilindik bir savunmaya girmeyeceğiz. Çünkü istedikleri bu. Onlar saldırırken bizler sürekli bir savunu içinde kalalım istiyorlar. Hayır! Bugün nezaketi de aşıp, “zulümat ve şeytanla anlaşma yapan herkesin canı cehenneme!” diyoruz.
Gerçi asimile ettikleri toplumun ceremesinin bir kısmını bizim çektiğimiz doğrudur. Ama özgürlük palavralarıyla kandırıp asimile ettikleri, zevk aracına ve ucuz işgücüne dönüştürdükleri kadınlar ve toplumlar, çok daha ağır bedeller ödemektedirler. Kendilerini Allah'ın istediği şekilde değiştirmeyen kavimler, o balçıktan zihniyetlerde, “sömürgelerdeki üreten çarkların hizmetçileri” ve “zevk simgeleri” olmanın ötesine asla geçemeyecektir. Zulümatın ve şeytanın işbirlikçilerinin yanında hiçbir zaman özgür olamayacak, adil bir düzen içinde yaşayamayacak, özgün ve özgür bir karaktere sahip olarak görülmeyeceklerdir. Toplumlarını asimilasyona direniş yalanlarıyla kandırıp kültürel asimilasyona tabi tutanlar, gülünç kopyalar ve sırıtan taklitçiler olma komedisinin ötesine geçemeyeceklerdir. Çünkü güneşi boğan Batı zulümatı, sosyal sistemlerinin refahını, onların arasında yayacağı kaosla devam ettirmenin şeytanlığını sürdürmeye devam edecektir. Zozan’ı, Fatma’yı, Gül’ü; Elizabet, Caterina, Rozz’a benzetmeye çalışanlar, onlar gibi giydirip (daha doğru deyimle, olabildiğince giydirmeyip) sokağa salanlar da bu halkı özgürleştirenler olarak değil, ancak zihinsel kölelere dönüştüren değersiz kuklalar olarak kalmaya devam edeceklerdir.