• DOLAR 35.519
  • EURO 36.624
  • ALTIN 3054.77
  • ...

İnsanoğlu, değerlerle birlikte yaratılır, değerlerle donatılır ve dünyaya değerli bir varlık olarak gelir. İnsanı ayakta tutan, onun değerleri ve bu değerlere gösterdiği sadakattir. İnsan, değerlerine sahip çıktığı ve onları önemsediği sürece anlam kazanır.

Doksanlı yıllarda sadece makarna, ekmek ve çorba ile yetinenler, imkânı olmadığı için taksiye hiç binemeyenler, dolmuş ücreti de yüksektir diye otobüsü düşünenler, son karar olarak yaya gitmeyi tercih edenlerdendik.

Bisiklet almaya gücümüz yetmezken, bugün milyonluk araçlara biner hale geldik. Bugün geldiğimiz noktada, pek çok insan ekmeğin fiyatını ya da kullandığı arabanın yakıt fiyatını bilmez. Yokluğun, dolmuş ücretini hesaba katmayı zorunlu kıldığı bir durumdan, varlığın hesap yaptırmayan konforuna ulaştık.

Eskiden 70-80 metrekarelik evlerde otururken, şimdi 200-250 metrekarelik geniş evlerde yaşıyoruz. Evleri ısıtmak için kömür, odun ve karton kullanılırken, bugün bu maddelerin fiyatını bile bilmez olduk. Kalorifer peteklerini bile göremediğimiz yerden ısıtma sistemleriyle tanıştık. Eskiden, kiralık ev tutmaya gücü yetmeyenler, anne-babaları ve kardeşleriyle birlikte kalmak zorundaydı. Bugün ise geniş evlerimizde anne-babalarımız için bile yer bulamaz hale geldik, kardeşlerimiz ise birbirlerinin evlerini beğenmez oldu.

Eskiden beyaz etten başka et bilinmezken, bugün kırmızı et çeşitlerini -bonfile, pirzola, biftek- tanıyoruz. Tatlı denildiğinde akla sadece halka tatlı gelirken, şimdi künefe, katmer ve fıstıklı tatlılar ilk tercihimiz oluyor, halka tatlıya yer kalmıyor.

Dışarıda yemek yeme kültürü yok denecek kadar azdı; dışarıda yemek denilince akla yalnızca düğünlerdeki veya mevlitlerdeki yemekler gelirdi.

Yokluk ve imkânsızlık insanı zor şartlara dayanıklı hale getirirdi. Kanaat, basiret, öngörü ve hikmet zor zamanlarda daha da önem kazanırdı. Oysa rahatlık, insanı düşünmekten uzaklaştırır. Zenginler görüldüğünde, “Azıcık aşım, ağrısız başım” denir ve zenginlik hedeflenmezdi.

Siyasal, ekonomik ve sosyal radikal düşüncelerin yerini zamanla deradikalleşme aldı. Batıya ve onun kültürüne "bataklık" diyenler, bir süre sonra batı hayranlığına ve batılılaşmaya, en sonunda ise batıcılığın zirvesine ulaştı.

Konfor ve rahatlık, bizi çürüttü ve mücadele ruhumuzu unutturdu. Hassasiyetlerimizin yerini duyarsızlık aldı. İbn-i Sina'nın dediği gibi, “Yumurtayı dıştan kırarsan canlı ölür; içten kırarsan hayat başlar.” Biz içten başlayan bir hayat yolculuğunu, dış etkenlerin yarattığı kırılmalarla kaybettik.

Din’lenerek başladığımız yolda, zamanla dinlenmeye alıştık. Dinî değerlere dayanan yolculuğumuz, rehavetin hakim olduğu bir yola dönüştü.

Tarihsel süreçte sahabeler arasında da değişim ve dönüşüm yaşayanlar olmuştur; ancak dönüşüm yaşayanların sayısı azdır. Değişim kısa sürede gerçekleşebilirken, dönüşüm daha uzun sürede olur.

Bedenen ameliyat edilebilmek için uyutulmak gerekir, acı çekilmesin diye. Oysa ruhsal ameliyat için insanın “uyandırılması” gerekir; ancak bu şekilde ruhun derinliklerine inilip dönüşüm engellenebilir.

Ne yazık ki biz, düşünsel ve pratik anlamda hızla dönüşüm geçirdik. Değişim kaçınılmazdır, çünkü yaşadığımız coğrafya, insan şartları, başarı ve deneyimler birtakım yenilikleri getirir. Bunların farkında olarak hareket etmeli ve dönüşümümüze neden olabilecek her durumu iyi değerlendirmeliyiz. Öz benliğimize ve özgürlüğümüze dönmenin vakti geldi. Bunu engelleyen her şeyi tespit etmeli ve özümüze dönüşümüzü sağlamalıyız.

Ekonomik ve sosyal kazanımlar iyiye dönüşümü ve değişimi hiç mi sağlamadı? Elbette sağladı. Ancak önemli olan, bu kazanımları bir imtihan olarak görüp, sonunda hesap verebileceğimiz şekilde yaşamaktır.

Selahattin Güneş