Filistin ve “Öğretilmiş akıl”!
“Öğrenilmiş çaresizlik”ten söz edenler iflas ettiler. Hakikat şu ki insanoğlu için “irade” var oldukça çaresizlik öğrenilmez. İslam’ın olduğu hiçbir noktada irade ölmez.
ABD’nin küresel iktidarı hedeflerken İslam’ı bu kadar hedef alması, Müslümanları İslam’dan koparmak için bu kadar uğraşması, doğrudan İslam’ın iradeyi uyandırma yanıyla ilgilidir.
Siyonist Psikolog M. Seligman’ın 1967'de Kudüs’ün istilasıyla birlikte yazdığı "Öğrenilmiş Çaresizlik" makalesinin üzerinden 56 yıl geçti. Ama siyonistler, bütün siyasetlerine rağmen Müslümanlara çaresizliği öğretemediler.
HAMAS’ın dünya askeri tarihine geçen ve modern dönem Ümmet tarihinde mutlaka okutulacak olan Tufanü’l-Aksâ harekâtı, bir kez daha gösterdi ki “Allahüekber” diyen Müslüman, çaresizliği özümsemez. Halk dilinde deniyor ya “İman varsa imkân vardır!”? Tam da öyle!
Müslümanlar, en zalim imparatorluk ve hükümdarlar çağında dahi asla çaresizliğe teslim olmadılar.
Lâkin İslam aleminde hâlâ bir “öğretilmiş akıl” problemi vardır. İslam’dan tamamen koparan ya da İslam’ın medeniyet yönünden uzaklaştıran bir öğretilmiş/öğrenilmiş akıl!
Bu akıl, kurtuluşumuzun ancak İslam’dan uzaklaşmakla mümkün olduğunu öne sürüyordu. Bunun için mazlumiyetimizi sosyalizm ve diğer Batılı öğretiler üzerinden anlatıyordu. Sosyalist yapıların Müslümanlara yaptığı kötülükler ve ideolojilerin yaşadığı iflas, bunun toplum üzerindeki etkisini iyice azalttı.
O akla müptela olanlar, yakın dönemde ise Batı’da yayılan değersizliği benimseyerek kendimizi kurtarabileceğimizi dillendirmeye başladılar. Onlara göre din ve namus adına hangi değerlerimiz varsa onları atıp Batı’da yayılan değersizliği benimseyerek Batı’nın gözüne gireceğiz ve Batı, “Buyurun haklarınız!” diyecek. Hatta biz, Batı hesabına değerlerimize karşı savaşacağız, bir tür değersel/ahlaki intiharda bulunacağız, dinsel/kültürel harakiri yapacağız. Batı da o intihardan kalan cesedimizi yeniden var edecek!
Halkımız adına korkunç bir yaklaşım! İnsanlık adına rezalet! Bu rezaleti bize, “insan hakları”nı sahiplenme iddiasıyla kabul ettirmeye çalıştılar.
Hızlarını alamadılar. Şimdi, mazluma karşı, zalimin yanında yer alarak, zalimin mazlumu öldürmesini alkışlayarak onun takdirini kazanıp haklarımızı alacağız, diyorlar.
Sosyalist süreçte bize mazlumlar dayanışmasından söz ediyorlardı, bugün mazlumlara karşı zalimlerle dayanışmaktan söz ediyorlar. Bizden zalimlerin en zalimi ABD’yi ve siyonizmi desteklememizi istiyorlar. Onlar, bugün Şeyh Cerrah Mahallesi mazlumlarının kahramanı Mina el-Kurd’den değil, Sabra ve Şatilla katliamlarının zalimi Şaron’dan yanalar.
Bu öğretilmiş ve öğrenilmiş akla göre; kurtuluşumuz, başkalarının zulme uğramasına ve bizim o zulümde zalimleri desteklememize bağlıdır.
Çok kerih bir ifadeyle önümüze bir parça atılsın diye zalim avcının köpeği olmamız öneriliyor. Zira o akılla, bu çağda köpekleşmeyenin kurtulamayacağına inanılıyor.
Bu, “ulus devlet” ödülüne ulaşmayanlarımızın tezidir. “Ulus devlet” ödülüne sahip olanlara ise “ulus devlet”in değerlerden taviz vermekle kurulduğunu ve ancak zalimleri desteklemekle ayakta kalabileceğini öğretmişler.
Onlarda da “Müslüman vicdanı” çoktan ölmüş. Onlar da meseleye ırk/ulus penceresinden bakıp zalimin yanında olmayı ulus devlet için daha kârlı buluyorlar. Bütün siyasetlerini “ulus devlet” kutsalı üzerinden oluştururken mazluma ya kuşkuyla bakıyorlar ya da zalimin hatırı için mazlumun katliama uğramasını alkışlıyorlar.
Müslümanlar olarak bütün imkânsızlıklarımıza rağmen bu öğretilmiş akla karşı mücadele etmekle mükellefiz. Karşımızda devasa akademilerin, küresel yayınevi ve sanat merkezlerinin bulunduğu muhakkaktır. Bizim mücadelemiz, HAMAS’ın su borularından ürettiği roketlerle dünyanın en gelişmiş teknolojisine sahip siyonistlere karşı, mücadelesine benzeyebilir. Ama işte o roketler, Müslüman iradesiyle bir tümeni birkaç saatte etkisiz hâle getirebiliyor.
Bu, Allah’ın direnen insana keremidir. O’na iman eden, eninde sonunda kazanır.