Kültürel faaliyetler adıyla gerçekleşen kültürel erozyonlar
Bir toplumu tanımak isteyen önce o toplumun kültüründen yola çıkmak durumundadır. Çünkü her toplumun kültürü birbirinden farklı desenlere sahiptir. Bir toplumun tarihsel süreç içinde değer yargısı, inancı, sanatı, ahlakı, hukuku, örfü ve adetlerini kapsayacak şekilde tüm birikimleri, o toplumun kültürünü oluşturur. Böylece toplum, kültürü sayesinde diğer toplumlara karşı farklılığını belirgin kılmış olur.
Bu gerçeklik göz önünde bulundurulduğunda, toplumdan bağımsız, toplumdan kopuk bir kültürden söz edilmesi akıl tutulmasından başka bir şey olmasa gerektir.
Kültür konusunda yapılan tanımlamaların hepsinin birbirine aşağı yukarı yakın olduğu kuralından yola çıktığımızda, bu durum bize dayatılan kültürü sorgulamayı gerekli kılıyor.
Kültür Bakanlığının onayıyla yapılan sözde sanatsal, kültürel faaliyetler ve festivaller hangi kültürün kodlarını taşıyor? Hangi toplumun sosyolojik desenini bir ayna gibi yansıtıyor? Hangi örf ve adetimizle uyum sağlıyor? Hangi değer yargımızın altını çizip belirgin kılıyor?
Sorunun cevabı ortada! Tabi ki Batılı toplumların...
Peki biz kimler tarafından yönetiliyoruz? Batıyla ahitleşmiş, kendisini toplumun tüm inanç ve değerlerine düşman olarak tanıtmakta hiçbir beis görmeyen ve bunu açık açık ilan eden bir siyasi hareket tarafından mı? Tabi ki hayır!
Asımın nesli nerden çıkacak, festivallerden mi, yoksa sanatçı bozuntularının konserlerinden mi? Bu paradoks ne ile izah edilebilir?
Bir toplum ancak kendi geçmişini, öz değerlerini yeni nesillere taşımakla ayakta durur. Yeni nesillerin geçmişi ile geleceği arasında ancak bu şekilde sağlıklı bir köprü kurabilir. Bu da ancak tarihini tüm gerçekliği ile tanıması ve kültürünü koruması, yaşatması sayesinde mümkündür. Hangi kültüre ait olduklarını bilmeyen toplumlar kim olduklarını da bilemezler. Şahsiyet kazanamaz ve kimliksizleşirler. Bize dayatılan resmi tarihin %80'i yalan, %20'si ise neredeyse şüpheli. Dayatılan kültür ise tamamen Batı kültürü.
Bu durum gençleri o hale getirdi ki; kendilerine ne sunulursa doğru, yanlış demeden kabullenecek ve taklit edecek kadar kişiliksizleştirdi. Gençler her dönem kendilerine pazarlanan popüler kültürün tüketicisi olarak halden hale, kılıktan kılığa giriyor, dur durak bilmiyor. Ailelerinin sahip olduğu değerler ile dayatılan değersiz, yüzeysel, insani içerikten ve ahlaktan yoksun kültür arasında sıkışıp kalıyor. İkircikli ruh haliyle kendi yüzyılının paranoyasını yaşıyor.
Üstelik Sosyal Medyada, TV ekranlarında pazarlanan kültürün alıcısı olmaması için hiçbir tedbir geliştirilmiyor.
En azından okul kitaplarında kendi kültür ve sanatımıza hakkıyla yer verilmiş olsa, ahlaki erozyon bu derecelere varmazdı.
Kültür Bakanlığımız tüm kültür ve sanat adı altında yapılan faaliyetlere 'kendi kültürümüze aykırı olmaması' şartı getirmiş olsaydı sanat adıyla düzenlenen eğlenceler yoluyla gayrı meşru ilişkiler bu kadar yayılmazdı. Bunu bir kenara not düşerek ilgili Bakanlıklara sormak istiyorum;
Gençlerin gün geçtikçe içine daha fazla sürüklendiği 'kimlik krizi'ni nasıl aşmayı düşünüyorsunuz? Gençlerin, hangi toplumun ahlaki yargılarını üzerlerinde taşımaları gerekiyor?
Kişiye gören değişen, Batılı, Hümanist 'bana göre' ahlakının ve 'bana göre' ile başlayan dini yargıların gün geçtikçe gençler arasında yayılmasının verdiği alarmın sesini duyabiliyor musunuz?
Çıkara, faydaya, hazza ve kişiye göre değişen temelsiz ve yaptırım gücü olmayan ahlakı empoze eden yayın ve çalışmalara bir dur deyip, İslam'ın iman ve ahiret temelli, yaptırım gücü olan ahlakını empoze edecek çalışmalara adım atma cesaretini ne zaman gösterebileceksiniz?
Böyle giderse yakında bayramlarda yatan, yaşlıların elini öpmeyi gericilik kabul eden, onlara hürmeti acizlik gören, büyüklerine embesil muamelesi yapan gençlerin sayısı artacak. Dört bir taraftan Batı kültürü empoze edilen bir toplum tabi ki hayatı bir Batılı gibi algılayacak, hissedecek, yaşayacak. Bundan başka bir çıkarımda bulunmak pek de mümkün görünmüyor.
Adabı muaşeret kurallarından, giyimine kadar bizler tevazu, haya, edep ve kanaat temelli bir toplumken; gösteriş ve abartı hedefli, tüketim temelli, haz odaklı, kar esaslı bir topluma doğru hızla evrildiğimiz gün gibi ortada.
Bu toplumun, kendisini geçmişine bigane ve düşman yapan, Batıda gerçekleşen Fransız İnkılabını insanlığın en büyük inkılabı olarak anlatıp beyinleri Batıyla uyuşturma hedefiyle hazırlanmış resmi tarihi, İbrahim’in baltasıyla devirecek liderlere ihtiyacı var.
Üstelik şu yeryüzünün en büyük inkılabını gerçekleştiren, tüm insanlığa adalet, barış ve kardeşliği yayan, tüm kültürleri kucaklayan ve kültürel desenleri koruyan bir düzen kuran Resulullah (sav)'ın öğretilerini tüm insanlığa hiç çekinmeden haykıracak liderlere.
Bu da ancak liderliği Allah rızası için üstelenen, vizyonu ve misyonuyla nadide bir ses olan HÜDA PAR'la mümkün görünüyor.