• DOLAR 32.437
  • EURO 34.599
  • ALTIN 2384.143
  • ...

Bir serzenişinde merhum Mevlana İdris Zengin şöyle diyor; ‘’Biliyorum/insanların birbirinden yabancılığı büyüyecek/dünya küçüldükçe/biliyorum, telefonlar oldukça insanlar birbirini görmeyecek/biliyorum birbirimizi hiç görmeden öleceğiz/her şey için tek şey diliyorum;/Allah’ın gülleri yakamızı bırakmasın.’’

Şimdi düşünüyorum. Uzun uzun, derin derin… Teknoloji, sihirli bir değnek mi? Bulutların üzerinde yürüyen süslü bir gelin arabası mı? Yoksa yürekleri(mizi) maviliklere bağlayan bir güç mü?.. Değilse içimizi ısıtan, kalbimize mutluluk veren, gözlerimize fer, dizlerimize derman olan ne?

İnsanlar koşuyor, dünya bütün hızıyla dönüyor. Hayatımız,  gençliğimiz, avuçlarımızda sanki bir mum… Bundan olsa gerektir ki mutluluğun resmi çizil(e)miyor, huzurun şiiri yazıl(a)mıyor. Nebi(ler) inzivaya, Üstat Şeyh Galip İstanbul’un göbeğinde Mevlevihane’ye çekiliyor, Fuzuli kendini dağlara vuruyor, Ahmet Haşim sadece geceleri aydınlanıyor, Sokrates evinden kovuluyor, Baudelaire annesini arıyor, Nietzsche ateizmin acısını demleyip büyütüyor. Aslında hep aynı vezinle kurulan bir sevda… Gecenin dervişliğini yüreğin çölünde hissetmek ve visalin kalbinde bağdaş kurmak… Acaba, gerçekten mutluluk Kaf dağının ardında ve Zümrüdü Anka kuşunun kanadındaki tüy kadar nadide, erişilmez bir güzellik midir?

Hayal, belki yaşama bağlanma tutkusu… Belki de bireyi çağlara taşıyan daldan dala konan, uçmakta maharetli bir kuş… Bu yüzden midir, gökyüzünde nazlı nazlı süzülen bir uçurtma olmayı arzuluyor insan? Kanatlarında umudu, mutluluğu taşıyan ruhsuz dünyanın bireysel yalnızlığını giderecek gökyüzü ile dost, mor bir ahenkle çiçeklerin hulasasını çöldeki aşk yıldızıyla buluşturan bir uçurtma… Ne yazık ki üç günlük nefesimizi sanal olana mahkûm ettiler. Çaldılar benliğimizi, yüreğimizi… El koydular masallarımıza, uçurtmalarımıza ve yoksun bıraktılar bizi ümmet yapan bütün beldelerden, kutsallardan. O masallar ki hayal ile gerçek iç içe, iyi ile kötü, güzel ile çirkin net ve muhteşem bir zaman algısı…Sonunda iyilerin kazandığı,adaletin yerini bulduğu, kötülerin cezasız kalmadığı, mazlumların güldüğü, sevgililerin kavuştuğu; gerçek üstünlüğün bilgide, takvada, erdemde, doğrulukta olduğu masallar(ımız)… Oysa şimdi hangi tarafa döneceğiz, kime güveneceğiz?

Girdap ve dehlizlerle dolu olan hayat yolculuğunda nice düşüncelere, düşlere gebedir; beynimiz, kalbimiz. Oysa başrol oyuncu, ümmet olma bilinci ve cidden özne biz miyiz? Orası bir muamma… Meçhule açılan bu kapıda ufkumuzun çeperlerini aydınlatan şey yalnızca teknoloji midir? Daha da önemlisi teknoloji iddia edildiği gibi mutluluk iksiri midir?.

İnsan; kendi çölünde mahsur, kendi dünyasında mahpus, kendi dağdağasına müptela… Ömrü bir ah kadar belki daha da kısa… Gel gitler yumağı… Kanımca hayat ve ölüm arasında sonsuzluğa el açmayı bilmeyen tuhaf, ilginç bir varlık… Zavallı aklım beş duyu ile sınırlıyken ve kavgalıyken yüreklerimiz ne yazık ki işgal ve iğfal altındadır. Ateizm ve deizmin kol gezip, körpe beyinleri zehirliyor. Bu pervasızlığa karşı duracak bir ümmetin neferleri, özgün bir mefkûreyle hakikat erenleri ortaya çıkarmayacak mıyız veya çıkarmak gerekmiyor mu?

Öyle ki bugün kızım, bana bir masal anlat baba! İçinde bir tek canlı acı çekmesin ve aç kalmasın. Çocukluk ruhumuz çalınmasın. Uçurtmalarımız özgürce dalgalansın. Öksüz kalmasın çocuklar, boğulmasın bebekler, tutsak olmasın şiirler, zehir kokmasın çiçekler… Bir çöl ceylanı, bir özge can olan Leyla hoyrat ellerde acımasız rüzgârlarca paramparça edilmiş kırgın bir çiçeğe dönüşmesin. Tutkuların kendisini köleleştirmediği, köklerinden koparılarak kendisine ve mazisiyle yabancılaşmayan ; ‘’İnsan insanın kurdudur.’’ Düşüncesiyle değil Selman-ı Farisi gibi ‘’Bugün yükü hafif olan(lar) kazanmıştır.’’ Diyen kahramanlarımız ve kahramanları anlatan masallarımız olsun.

Güç sahipleri yeryüzünü her gün farklı bir renge boyarken hiç olmazsa bir masalımız, bir düşüncemiz, bir erdem dünyamız olmalıdır. Bana/bize, insana, insanın özüne ait olan… Heyecanı, coşkusu, derinliği ve güzelliğiyle insanı kendinden geçirecek; karanlığa ışık yakacak, taklitten uzak özgün ve umuda yelken açacak bir masal… Zamandan zamana geçecek, dilden dile anlatılacak, hikmete ram olacak, kendi gerçeğini yaşamaktan ve kendine ait olanı sunmaktan çekinmeyen ve korkmayan bir masal… Hayat hakkını sadece güçlülere değil herkese adaletle ve Ömer’ce arz edecek, insanı insanın dostu görecek ve algılayacak bir masal…