“Geçtiğimiz gün, sıradan bir alışveriş için bir AVM’ye uğradım. Sessizce reyonlar arasında dolaşırken, önümden geçen iki bayan dikkatimi çekti. Sepetleri tıka basa israil ürünleri ile doluydu. Mesele aldıkları ürünlerin miktarı değildi elbette... Mesele, etiketlerde yazan ülke adıydı: israil…

O an, mideme oturan ağır bir taş gibi hissettim. Çünkü o ürünler sadece “çikolata” “kahve” ya da kola değildi; onlar, Gazze’de yıkılan evlerin, yetim kalan çocukların, açlıkla imtihan edilen annelerin gözyaşlarının sessiz tanıklarıydı.

Bir Müslüman olarak güzel bir üslupla tepkimi dile getirdim. Fakat aldığım cevap, beni derinden sarstı.”

“Seni ilgilendirmez. Rahatsız oluyorsan git başka yerden alışveriş yap.”

Peki bu muydu, kardeşlik?

Ne zaman “Müslüman kardeşliğimiz” sadece Cuma hutbelerinin süslü cümlelerinden ibaret hale geldi? Ne zaman, zulmün finansörü olan markaları desteklemek “kişisel tercih” kılıfına sığdırıldı?

Boykot, elbette savaş meydanındaki bir kurşun değil. Ama zulme karşı en sessiz, en barışçıl, en vicdani direniş biçimlerinden biridir. Boykot, cebimizden çıkan paranın zalimin kasasına girmemesi demektir. Boykot, “Senin zulmüne ortak değilim” deme cesaretidir.

Ama ne yazık ki Müslümanların önemli bir kısmı, bu en basit mücadele yöntemine bile duyarsız kalıyor.

Kimi “Ben almazsam başkası alır” diyerek umursamaz bir tavır alırken, kimi “Bir şey değişmez” bahanesine sığınır. Oysa tarihte nice zulümler, halkın küçük ama ısrarlı direnişleriyle sona erdi. Güney Afrika’daki ırkçı apartheid rejiminin yıkılmasında bile boykotun etkisi unutulmazdır.

Evet, belki boykot tek başına dünyayı değiştirmeyebilir. Âmâ en azından insanın kendi vicdanını korumasını sağlar. Ve unutmayalım, Rabbimiz bizden neticeyi değil, gayretimizi sorar.

Market rafları arasında yaşanan bu küçük hadise bana bir kez daha şunu hatırlattı: Mücadele bazen cephede değil, kasanın önünde başlar. Bir paket bisküvi, bir şişe içecek… Hepsi bir tercih meselesidir. Ve biz hangi tarafa geçtiğimizi, her alışverişte yeniden ilan ederiz.

Belki bir gün, “Beni ilgilendirmez” diyenler azalır da “Bu benim de davam” diyenler çoğalır. İşte o gün, zulmün en büyük destekçisi olan sessizlik yenilmiş olacak.

Destek olamıyorsak, bari zalimlerin çarkına su taşımayalım. Onları boykot silahıyla vuralım.

Zira zalimlerin can damarı, dünya ve dünyalıklardır.

O damarı kesince, onlar yaşayamazlar.

Tıpkı tarihte Resûlullah (sav)’in Yahudilerin hurma bahçelerini keserek onları güçsüz bırakıp sürgün ettiği gibi, bizler de bugün boykotun gücüyle keseceğiz onların Garkad ağaçlarını, sosyal ve siyasi, diplomasi tüm kanallarını ki, şu barbar Siyonistler pes edip kaçsınlar. Zulüm ve ölüm yağdırmayı bıraksınlar.

Aksi takdirde, bizler insanlık düşmanı şu barbarları kendi elimizle besledikçe, gün olur ayağımıza dolanır ve en büyük zararı bizlere verir.

Ne demiş atalarımız?

“Besle kargayı oysun gözünü”

Biz kargayı besledikçe, bu son bizim için kaçınılmaz olur.

Rabbim bizleri ve nesillerimizi, zalimlerin şerrinden muhafaza eylesin inşallah..