Duygusuzluk, son zamanlarda insanların birbirlerine en fazla şikayet ettikleri konulardan biri.

Üzüntüsünü, sevincini olması gereken asgari seviyede ifade etmeme. Bunun psikolojide terapi gerektiren bir aşaması da varmış. Aleksitimi yani duygu körlüğü ve sağırlığı. Yunanca'dan gelen bu kelimenin tam karşılığı; 'duygu için hiçbir kelime yok' demekmiş. Bu bozukluğu, kişinin sosyal normlara uygun bir duygu dışavurum davranışı sergileyememesi diye özetliyorlar.

Tamam hemen hastalık kuruntusuna kapılmak abartılıdır da yalnız hiç dikkatinizi çekmiyor mu; taziyeler, gitgide pişmemiş acıların sosyal mecburiyetlerine, düğünler ise uzun ve hareketli merasimler yerine çeyrek zamanlı takı ve tebrik mübadelesine dönüşüyor. Birinci dereceden yakınlar için bile süresi hayli kısalan ruhsuz anmalar, görev zaruretiyle eda edilen farkındalıklar. Bu neyin kuraklığı? Yoksa; Allah muhafaza bu bir kalp göçü mü: 'Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı…' (Bakara Suresi 74)

Kaliforniya sendromunun narsizm, hedonizm ve yalnızlık diye özetlenen yıkıcı etkisiyle modern çölleşmenin dizayn ettiği bir izole konfora mahkûm gibiyiz.

Mersiye, ağıt, türkü kıvamında sese düşen ne varsa onların da nesli tükenmiş vaziyette. Göz yaşı, dertlinin değil derdin sahibine emanet.

Oysa Allah Resulü(sav), duygusuzluğu onaylamamıştı.

Ensardan yetim bir kızın düğününde "Ey Âişe! Gelinle birlikte def çalıp şarkı söyleyecek bir cariye gönderdiniz mi?" diye sorarak düğünde sevincin canlı tutulmasını emretmişti.

Ashabından birkaç kişiyle ziyaretine gittiği hasta haldeki Sa'd b. Ubade'nin (ra) kendisinden geçtiğini görünce, kendisi ağlayıp, yanındakileri de ağlatan Resulullah(sav); "İyi bilin ki, Allah-ü Teala, ağladığı veya üzüldüğü için kimseyi kınamaz; ama (mübarek diline işaret ederek) bunun için kınar veya gerekirse rahmetine boğar." buyurmuştu.

Uhud'dan sonra şöyle etrafına bakıp gözleri dolu bir halde: "Hamza'nın, ağlayacak kimsesi de yok!" deyince Sa'd b. Muaz'ın çağırttığı kadınlar Hz. Hamza'ya yas tutup ağlamış, Efendimiz (sav) onlar için hayır duasında bulunup yastan sonra onları uğurlamıştı.

Ya hu, mesela geçen günlerde, ikide bir sokakta eline aldığı mushafı yakan bir haysiyet yoksununu, tam da bulunduğu İsveç'te sıkı devlet korumasına güvenerek evinde canlı yayın yaparken birisi zımbalayıp cehenneme göndermiş. Alemde çıt yok. Sevinin bre. Sokakta lokum dağıtmak mı sosyal medyada bir emoji mi neyse bir işaret, bir kıpırtı verin.

Hele şu Gazze'deki ateşkes için keyifler çok cılız.

Peki Muhammed Deif için gıyabi cenaze namazı tamam. Fakat Müslümana yakışır bir vakarla yeri göğü iniltili bir veda inletmeliydi. Tabi ki ye'se kapılmadan, kaptırmadan ama dünyevi dahi olsa ayrılıkların sıradanlaşmasına izin vermeden dünyamıza ağır bir hüzün dolmalı değil miydi?

Sırf Kerbela'ya ayarlı suri ve rutin matemciliklerin tam öteki kutbuna savrulmak da soğukluktur. Bir ekvator sıcaklığı bir vasat denge lazım.

Duygusuzluğun en büyük tehlikesi herhalde ibadetlere sirayet etmesidir. Kabe-i Muazzama'ya, Ravza-yı Mutahhara'ya varıp da göz yaşı dökememek, Ramazan Ayına erişip de secdelerde kendimizi salıvermemek, mazlum kardeşlerimiz için çaresizliğimize, günahlarımıza inleyip sızlayamamak..

Ve Kur'anı kuru kuru okumak..

"Kur'an hüzünle nazil oldu, onu okurken ağlayınız. Ağlayamıyorsanız, ağlar gibi okuyunuz (veya kendinizi ağlamaya zorlayınız.)" (İbn-i Mace)

İmam İbni Hacer(rh), yukarıdaki Hadis-i Şerif için, 'azap ayetlerini okuyup da gözleri yaşla dolmayan, bu musibetine ağlasın..' diyor. İmam Nevevi(rh); "Tilavet sırasında ağlamak ariflerin ve salihlerin alametidir." der. Gazali(rh); Kur'an okurken ağlamayı müstehab kabul eder.

Velhasıl bu kadar his fukaralığı fazla. Bir yetimin başını mı okşamak gerekiyor, sadaka ile mi oluyor tefekkürle mi, bilgiyi tazeleme ile mi her neyse bu duygusuzluğa dur demenin vakti geçiyor.

'Doğrusu, güldüren ve ağlatan O'dur.' (Necm 43)

Kurutma ya Hu!