Her mevsimin bir dili, her ayın bir fısıltısı, her günün insan zihninde bıraktığı bir izi vardır. Kimi mevsimler vardır baharı bile kıştan farksızdır, kimi mevsimler vardır cennet bahçelerinden bir bahçeyi andırır… Kimi aylar vardır tabiatı yeşertir, kimi aylar vardır kalpleri diriltir… Kimi günler vardır zulmün adı olur, kimi günler vardır rahmet ile birlikte anılır. İşte Nisan ayı da sadece ölümünden sonra dirilen tabiatın, çiçek veren ağaçların, yeşil bir örtüyle örtünen toprağın, rahmet yağmurlarının, coşkun ırmakların habercisi değil; aynı zamanda gönüllerin yeniden dirilişine vesile olan, ilk insandan son insana kadar geçecek insanlık tarihindeki en büyük doğuşun hatırasını taşıyan bir rahmet mevsimidir.

Evet, Nisan ayı, Muhammedî baharın gelişinin tanığı, kutlu doğumun hatırlatıcısı, Muhammedî sevdanın dalga dalga yayıldığı, zikir ve salavatların tek uğraş haline geldiği, ona duyulan hasretle çoraklaşan gönüllerin bir nebze de olsa ıslandığı kutlu bir zaman dilimidir. Yağmurun toprağa, rahmetin kalbe düştüğü, göklerin gülümsediği, toprağın canlandığı, gönüllerin derinden titrediği bir mevsimin adıdır Nisan. Çünkü Nisan, sadece tabiatın değil, insanlığın da uyanışıdır. Bu ay, bağrında taşıdığı kutlu müjdeyle takvimin on iki ayından sadece bir ay değil, şirkin tevhide, küfrün imana, zulmün adalete mağlup olduğu o nurani yolculuğun yankısını ulaştırmaktadır yeniden insanlığa…

Nisan ayı, âlemlere rahmet için gönderilen Efendimiz’in (sav) kutlu gelişini hatırlatır her yıl ve bundandır ki bir tohum gibi yüreğimize sevgi ekerek, bir meltem gibi kalbimizi okşayarak, bir bahar gibi taze ve umut dolu olarak gelir. Efendimiz’in (sav) doğumu, insanlığın çoraklaşmış yüreklerine yağan bir rahmet yağmuru, ölen insanlığın kendisiyle yeniden dirildiği bir hayat iksiridir. Gönüller, o kutlu doğumun muştusuyla nurlanır, kalpler onun sevgisiyle yumuşar. Nisan ayı, her yıl maneviyatımıza açılan bir pencere, insanlığın yolunu aydınlatan o nurun tazelenme vaktidir.

Bu ayda gökten inen rahmet yağmurlarının serinliği tenimize değerken, gönüllere dokunan esintiler kalplerimizi okşarken ya da tomurcuklanan ağaçların yeşilini seyrederken baharın hayatımıza kattığı coşku ve tazeliği hissettiğimizde, bu ayın aynı zamanda Rahmet Peygamberi’nin (sav) sevgisini kalplerimizde yeşertmek için gelen müstesna bir iklim olduğunu hatırlamalıyız.

İşte Nisan ayı, tüm bu güzellikleri anımsatan, kalplerimizi bir kez daha hidayet nuruyla arındıran bir davet gibidir. Nisan, baharın yeşerttiği topraklar gibi, bizim de iç dünyamızda ahlaki ve manevi bir baharı başlatma fırsatıdır. Peygamber Efendimizin kutlu doğumunu idrak ederken, onun getirdiği rahmeti, sevgiyi, adaleti ve merhameti kendi hayatlarımıza nasıl taşıyabileceğimizi düşünmek, bu ayı manalı kılar. Çünkü bu ay, onu anmanın, onu konuşmanın, onu yaşamanın, onu anlamanın adıdır. Onu anlamak ise vahyi anlamakla, Kur’an ve Sünnet ayrılmazlığını idrak etmekle, Sünnete her zamankinden daha fazla sarılmakla, adaleti ve sevgiyi hayatın her alanına hâkim kılmakla ifade edilebilir.

Onun öğrettiği sevgi, yüzyıllar öncesinden bugün bile gönülleri titretmekte, onun gösterdiği adalet, modern çağın en gelişmiş hukuk sistemlerinin bile ulaşamadığı zirvelerde durmakta, onun getirdiği rahmet, sadece insanlara değil, hayvanlara, bitkilere, hatta taşlara kadar ulaşan sınırsız bir şefkatin ifadesi olarak yankılanmaktadır.

Ne mutlu, bu bahar ikliminde dünyayı nurlandıran iki cihan Güneşi’nin davasını tam olarak kavrayıp sarsılmadan onun yolundan yürüyenlere… Ne mutlu Peygamberi sevdayı dalga dalga yayarak ümmeti onun sancağı altında toplamak için gayret gösterenlere… Ne mutlu ondan başka bir lider, ondan başka bir kılavuz, ondan başka rehber tanımayanlara…