Her zaman kâr etmek mümkün müdür? İnsan yaptığı ticarette hiç bir zaman zarar etmez mi? Sanırım, şu atasözünü hepimiz biliriz. “Ticarette kâr ve zarar kardeştir” diye. Her nedense kâr ettiğimizde çok seviniriz. Ancak zarar ettiğimizde üzülmenin ötesinde işi abartır. Moralimizi bozar. Kendimize dert yapar. Midemize sancı koyarız.
Bazıları kâr eder etmesine, ancak hiç bir zaman kâra doymaz. Kârın fazlasını ve daha fazlasını ister. Meseleyi şöyle örneklendireyim. 30 bine aldığı bir arsayı 40 bine satıp on bin kazanan bir emlakçı, sattığı kişi aynı tarlayı bir başkasına 43 bine satınca, kendisi 10 bin kazandığı halde sattığı kişinin kazandığı 3 bini kendisine zarar kabul eder ve bu gün bu arsadan 3 bin zarar ettim diye söylenir. Kârından ise hiç bahsetmez.
Bazen de şöyle bir durum olur. İyi bir kâr ile satılan mal, daha iyi yükselmez zannıyla elden çıkarılır. Ancak o malın fiyatı yükselmeye devam eder. Satıcı malı elinden çıkardıktan sonra ki yükselişi kendisi için zarar kabul edip söylenip durur. Genelde bu döviz ve altın alışverişlerinde meydana gelir. Hâlbuki ticaret zincirleme devam eder. Birisi satar diğeri alır. Ondan sonraki yükselişlerden başkaları da faydalanır. Burada bencillik gibi bir durum vardır. Satıcı hep ben kazanayım. Başkası kazanmasın gibi bir tavır içerisine girer. Hâlbuki İslam`da bencillik de haset de yasaklanmıştır.
Ticaret yapanlar, şunu da çok iyi bilirler ki her zaman kâr etmek mümkün değildir. Bazen kâr, bazen de zarar edilir. Ben hep kâr ederim. Hiç bir zaman zarar etmem diye düşünenler, ticaret yapamaz. Esnaf olamaz.
Kişi sürekli kâr ettiğinde kendisini bir böbürlenme tutar. Kibirlenir ve yaptığı ticaretin tümünü kendi kişisel becerisine bağlar. Maazallah, bu düşüncesinde ileri giderek Karuni bir düşünceye kapılır. Hani Karun: “O (servet) ancak bendeki ilim sebebiyle bana verildi” dedi. Ondan önce, “Allah`ın ondan daha kuvvetli (güçlü) olan ve ondan daha çok şey toplayan nesilleri (zenginleri) helâk etmiş olduğunu” bilmiyor mu? Ve mücrimlere günahlarından sorulmaz.”(Kassas 78) Bu nedenle her zaman kâr etmek, ticaret yapan kişinin manen faydasına değildir. Bazen zarar etmelidir ki yaptığı kârın kıymetini bilsin ve kârı verenin Allah olduğunu bilsin. Böbürlenip de Rabbini unutmasın.
Hiç zarar etmeyenler zarara alışkın değildir. Hâlbuki ticaret öyle bir şeydir ki bazen çok büyük zararlarla karşılaşılabilir. Zarara hiç alışkın olmayan kişiler için bu bir yıkılış olur. Büyük bir dert ve keder olur. İleride yapacağı ticaret için bir moral ve cesaret kırıklığı olur.
Ticaret yapanlar ve gerçek anlamda esnaf olanlar, kâr ve zararın kardeş olduğunu iyi bilir. Ancak doğrudan ticaret yapmayan ve esnaf olmayan, ama kâr ve zarar ortaklığı ile paralarını kimi tüccarlara verenler, kârı sevinç ve afiyetle yer. Ancak zarar ettiklerinde kıyametleri koparırlar. Paralarını teslim ettikleri tüccarın işleri iyi gitmeyip zarar ettiğinde, hakkında olmadık ithamlarda bulunurlar. Sahtekâr ve düzenbaz olarak ilan ederler. Hâlbuki ticarette kâr etmek nasıl mümkünse, zarar etmek de mümkündür. Her zaman kâr edilmez. Bu durum ile ilgili Nasrettin Hoca`nın şöyle bir fıkrası vardır.
Hoca bir kişiden bir tencereyi ödünç alır. Adam tenceresini almaya geldiğinde Hoca adamın tenceresiyle beraber bir de ufak bir tencere verir. Adam “bu ne” diye sorunca, Hoca “tenceren doğurdu” der. Adam sevinerek evine gider. Bir zaman sonra Hoca tekrar tencereyi ödünç alır. Bu sefer adam tenceresini istediğinde, Hoca üzülerek “tenceren öldü” der. Adam bağırarak “Hoca sen deli misin? Tencere nasıl ölebilir?”der. Hoca “be adam, tencere doğuruyor da ölmez mi?” diye cevap verir.
Bu yüzden ticarette kâr varsa, zarar da olabilir. Her zaman kâr edilmez. Bazen zarar bazen de kâr edilir. Yani ikisi kardeştir.
Allah, zarara hiç bir zaman uğramayan, devamlı kâr eden, iman sahibi, salih amel işleyen, hakkı ve sabrı tavsiye eden kullarından eylesin.