Geçen yazımızda Hira’da ‘Oku’ emriyle başlayan cehdin sonucunda inşa edilen İslam medeniyetinden bahsetmiştik. Bunun da ancak cami ve mekteb birlikteliği ile mümkün olduğunu ifade etmiştik. Bu hakikati bugünkü kavramlarla ifade etmek istersek din ve bilim şeklinde tanımlayabiliriz.
Peki, sürekli bir tartışma konusu haline gelmiş olan din-bilim ilişkisi nedir?
Din ve bilim çatışır mı? Din bilimi destekler mi? Yoksa din bilime nötr mü?
Filistinli Şehid Prof. Dr. İsmail Raci El-Faruki der ki: “Önümüze iki yol koyuyorlar. Ya din ve bilimsiz bir hayat ya da bilim ve dinsiz bir hayat. Bunun dışında başka bir yol yok mu?”
Hakikaten başka yol yok mudur? Neden ikisinden birini dayatıyorlar? Bilim denen okyanusa dalınca neden dinden vazgeçmek gerektiğini iddia ediyorlar? Ya da dindarlık, neden bilimden ve dünyadan kopuk bir hayata mahkûm ediliyor? Oysa hakikat kesinlikle bu değildir.
“Bilim olmadan din topaldır, din olmadan bilim ise kördür” sözünün içerdiği hakikat, bugün canlı halleriyle yaşanmaktadır. Zira bilim ve teknolojiden uzak bir İslam toplumu sakattır ve direnişten mahrumdur. Öte yandan maneviyattan mahrum bir bilim ve teknoloji ise hakikate ve adalete karşı kördür ve nice zulümlere sebebiyet vermektedir. Zira bilim, inançla paralel ilerleyince huzur ve selamet getirmekte, aksi halde zulüm ve tuğyana dönüşmektedir.
Üstad Bediüzzaman’ın Münazarat’ta ifade ettiği gibi; "Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir (dini ilimlerdir). Aklın nuru, fünun-u medeniyedir (fenni ilimlerdir). İkisinin imtizacıyla (birleşmesi ile) hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti (gayret ve azmi) pervaz eder (uçar). İftirak ettikleri (ayrıldıkları) vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile ve şüphe tevellüd eder (doğar)."
Bilim tek başına asla toplumsal huzur için yol gösterici değildir. Tecrübeler göstermiştir ki toplumsal hayatta sadece akıl ve bilime değil, aynı zamanda dine de büyük bir ihtiyaç vardır. Çünkü insanoğlu sadece akıldan değil, kalpten de beslenen, maddenin yanında mana boyutu da olan bir varlıktır.
Prof. Dr. Bekir KARLIĞA, “İslam medeniyetinde dinin etkisi çok yüksek olduğu halde, Yunan ve Avrupa medeniyetinde din aynı rolü oynamamıştır” demektedir. NASA fizikçisi Robert Jastrow da bilim adamlarının cehalet dağını aştığını, en yüksek tepeye tırmandığını, ancak en üstteki kayaya çıkınca orada binlerce yıldır oturan İslam Âlimleri ile karşılaştığını ifade eder.
İslam medeniyetinin geliştiği dönemde tüm insanlık için huzur ve selamet sağlanırken, inançsız insanların ellerine geçen teknoloji ve ilerleme, ancak felaketlere sebebiyet vermiş, zulüm ve vahşet yaşatmıştır. Yaşadığımız dönem bunun en bariz göstergesidir. Martin Luther King’in şu sözü bunu güzel ifade etmektedir. “Bilimsel gücümüz, manevi gücümüzün önüne geçti. Şimdi güdümlü füzelerimiz, ama güdümsüz insanlarımız var.”
Yaşanan tükenişin elbette Haçlı seferleri, Moğol istilaları vs. gibi birçok sebepleri vardır. Ama İhsan Süreyya Sırma’nın, ‘Ah Endülüs’ kitabında vurguladığı bir nokta da dikkat çekicidir. Ona göre İslam medeniyetinin en önemli merkezlerinden olan Endülüs, cami eksenli (Kurtuba Cami) bir anlayışa sahip olduğu müddetçe hep ilerledi. Ama ne zamanki saray eksenli (El-Hamra Sarayı) zevk ve sefahat anlayışına kapıldı, işte o zaman tükeniş baş gösterdi.
Hasılıkelam; Müslümanların inanç ibrelerindeki düşüş, onların hem dünya hem de ahiret açısından tükenişlerini beraberinde getirmiştir. Ancak dünya siyasetinde söz sahibi olabilmenin yolu da ilmi ve bilimsel açıdan gelişmişlikle direk bağlantılıdır.
İslam’ın İkra Medeniyeti - 2
Dr. Sertaç Tekdal
Yorumlar
Çok Okunan Haberler
Ehliyet Sahiplerine Büyük Kolaylık Geliyor: A–B–C–D–E Sınıfı Ehliyetlerde Kritik Şart Kaldırılıyor!
Türkiye markalı çekirdekler marketlerden toplatılıyor
Dünyanın en uzun ve en derin şehirlerarası su altı karayolu yapılıyor
Parayı çevirme taktiğine ceza geliyor
Bahçenizi iyi inceleyin.. Taşı altın sanıp sakladı, altından daha değerli çıktı
Boykot edilen çay markası Türkiye'de üretimini durdurdu