Bir hüküm cümlesi ve ilaveten bir soru ile gireyim konuya: Soykırımcı israilin 9 Eylül’deki Katar saldırısını takiben 15 Eylül günü Doha’da toplanan Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı, yayınladığı 25 maddelik bildiri ile de bir kez daha israilin yanında olduğunu ilan etmiş oldu. Peki, Neden?

Yayınladıkları bu 25 maddenin içinde 25 gramlık bir sorumluluk üstlendikleri yoktur.

Ben okurken içine düştüğümüz – düşürüldüğümüz durum adına madde madde utandım, ezildim ve onurum incindi. Doğrusu çok merak ediyorum, bu metni kaleme alanlar ve bu metnin altına imza atan liderler de benzer duygular yaşadılar mı? Malum, Soykırımcı ile ilişkileri olmayan ve olan ilişkilerini de soykırım nedeniyle kesen İslam ülkelerinin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Gerisi, Soykırımcı ile işbirliği içindedir. Bir adım daha ileri gidip şunu da söyleyebiliriz: Bu ülkelerin İşgalci ile olan ilişkileri, birbirileriyle olan ilişkilerinden hem toplamda daha fazla ve hem de daha sağlıklıdır. Öyle ki, Gazze Soykırımı dahi bu ülkeler için israil ile olan ilişkilerini kesecek kadar bir öneme sahip değildir.

Liderlerin Doha’da toplandıkları gün, israil de, “hodri meydan” dercesine, Gazze’ye yeniden bir kara harekatı başlattı. Yayınladıkları bildiride de görüldüğü gibi, liderlerin bu meydan okumaya eylem içerikli bir cevapları olmadı. Kullandıkları en okkalı cümle şu olsa gerektir: “9 Eylül 2025 tarihinde israilin Katar’ın başkenti Doha’da bir yerleşim bölgesine düzenlediği korkakça ve yasadışı saldırıyı en şiddetli şekilde kınarız.” İster istemez insanın aklına şu sorular geliyor: “Gazze’de soykırım yapan ve yedi İslam ülkesine saldıran israil mi korkaktır, yoksa bu saldırılara karşı koyamamak bir yana, kendi kara, deniz ve hava sahalarını ve dahi askeri ve casusluk üslerini israilin hizmetine sunan İslam ülkeleri mi?

BM’nin, UCM’nin ve İİT’nin kararlarını ve bildirilerini ayaklarının altına alan israil mi korkaktır, yoksa israil ile anlaşmalarını tartışmaya dahi açamayan ve israile ihracatını kesmek şöyle dursun, kısmaya dahi cesaret edemeyen İslam Ülkeleri mi?

Liderlerimizin kendi yükümlülüklerini yerine getirmekten nasıl kaçtıklarını Doha Bildirisindeki 15. Maddede de görüyoruz: “Tüm devletleri, israilin cezasızlığını sona erdirme çabalarını desteklemeye, ihlallerinden ve suçlarından sorumlu tutmaya, yaptırımlar uygulamaya, çift kullanımlı ürünler dahil olmak üzere, silah, mühimmat ve askeri malzemelerin tedarikini, transferini veya geçişini askıya almayı da içerecek şekilde Filistin halkına karşı eylemlerini sürdürmesini önlemek için mümkün olan tüm yasal ve etkili önlemleri almaya çağırıyor, israil ile diplomatik ve ekonomik ilişkileri gözden geçirmeye ve aleyhinde yasal işlem başlatmaya davet ediyoruz.”

Sanki Soykırımcının petrolünün ve gıda ihtiyacının çoğunu karşılayanlar kendileri değildir! Sanki silah dışındaki mühimmatın önemli bir kısmını karşılayanlar kendileri değildir! Sanki üslerini, kara, hava ve deniz sahalarını Soykırımcının hizmetine verenler kendileri değildir! Hülasa, tanrıların ve kullarının gazabına uğrama tehlikesine rağmen cesaretimizi toplayarak söyleyecek olursak, liderlerimiz, sözleriyle Filistinlilerin ve ticaret başta olmak üzere birçok eylemleriyle de Soykırımcının yanındadırlar.

Bizim burada cevabını bilmemiz gereken soru şudur: Liderlerimiz bunu gönüllü mü yapıyorlar, yoksa kendilerine cebren mi yaptırılıyor? İster gönüllü olsunlar, ister mecbur, her iki durum da onları suç ortağı olmaktan kurtarmıyor. Son soruyu da kendimize soralım: Liderlerimiz, israilin işlediği soykırımda suç ortağı iken, biz sütten çıkmış ak kaşık mıyız? Çözüm mü? Her şeyimizle doğru yönde, hak ve adalet yönünde değişmek çabası içinde olmak...