1,5 milyara varan nüfusuyla Çin’i de geri bırakan Hindistan, dünyanın en kalabalık ülkesi konumunda. İçindeki 300 milyon müslümanı istisna ederek söyleyelim, dünyanın en kirli, ahlaki bakımdan en güvensiz, inanç bakımından ise en karmaşık coğrafyası.
İngilizlerin uzun süre sömürmekle kalmayıp adeta kendi formatını attığı bu belde, Trump’ın bilmeden salladığı gibi öyle asırlardır değil şunun şurasında 80 yıl önce birbirinden ayrıldıkları Pakistan’la ikide bir savaşıyorlar. Küçük büyük her savaş, onları hem ciddi ittifaklara hem de silahlanma yarışına sevk ediyor.
Savaşların sonuçlarını nüfus ve yüzölçüm farkı değil, elbette ki, güç ve kararlılık belirlediğine göre bir çeşit Yecüc Mecüc gibi gözüken Hindistan’ın kalabalığından ziyade iki ülkenin ekonomik, siyasi, askeri ve psikolojik vaziyeti önemli.
Beş kat fazla nüfusuna rağmen Hindistan’da kişi başına düşen milli gelir, Pakistan’ın iki katı. Enflasyon da Pakistan’dan on kat düşük. Ve Pakistan, siyasi istikrar açısından son derece zayıf. Yolsuzluklarıyla meşhur bir ülke. Nükleer silahlara sahip olmasına rağmen de hiçbir zaman İslam alemi için umut veren bir irade ortaya koymadı. Ve en son geçen Aralık Ayında, sınır güvenliğini bahane ederek, Afganistan’a düzenlediği hava saldırılarında 46 kişi can verdi.
Tabi tüm bunlara ve çok daha fazlasına rağmen kalkıp da ne yaparlarsa yapsınlar denmez. Sonuçta bir tarafta yüzde 79 hindu, bu tarafta yüzde 97 müslüman var. Ve ne kadar kötü yönetilirse yönetilsin Pakistan’ın, ciddi bir İslami potansiyeli var ve müslümanlar lehine bağımsızlığıyla elde ettiği nice kazanımları var.
Çin’le her açıdan geliştirdiği ilişkiler ise ülkeyi, neredeyse artık Çin’in bir uydusu haline getirmiş vaziyette. Çin ise, farklı yönlerden Hindistan ile sıkıntılı ve Pakistan’a çok ihtiyacı olsa da öyle doğrudan savaşın bir tarafında aktif yer alacak kadar saf değil. Elbette ki, Pakistan’ın silah ihtiyacının tamamına yakınını vermeye devam edecektir fakat şimdilik çok fazla kendisinin olmayan bir savaşla vaktini ve enerjisini zayi etmeyeceği gibi çekilmek istendiği tuzağa da düşmeyecektir.
Hindistan’da, 11 yıldır başbakan olan Modi’nin terör devletiyle yakın ilişkileri ise, olaya bambaşka bir boyut katıyor. Terör devletinin en büyük silah alıcısı olmasının yanında, Modi idaresinin desteğindeki hindu fanatizmini de soykırımcı kötülük için kullanışlı bir rezerv haline getiriyor.
Ve şu an çok fazla alternatifi olmayan uluslararası formül, bu iki ülke arasındaki ilişkilerin de rotasını belirliyor.
Nedir? ABD ve batı bloğunu kontrol eden küresel hegemonyanın meşruiyyet onayını almak için siyonist rejimle ilişkileri sürekli daha ileriye taşımak. Haliyle Hindistan, kendisini batı tarafından garantiye almanın yolunun bu olduğunun farkında ve buna her şey müsait. Çünkü, “israille nasıl bu kadar yakınlaşırsın?” diyecek bir muhalefet zemini de yok, bu yüzden sorun yaşayacağı bir ülke de yok.
Peki bu savaş, aşırı derece büyür mü? Ya da Ukrayna Rusya arasında olduğu gibi uzun mu sürer? Özellikle Pakistan tarafında çalınan davullara bakılırsa büyüyecek gibi gözüküyor. Fakat Çin’in bizzat girmeyeceği bir savaş, ABD’nin veya AB’nin çok ilgisini çekmeyeceği için fazla dallanıp budaklanmayacaktır. Kaldı ki, bölgede batı için en uyumlu gözüken Hint varlığının zayıflaması da pek işlerine gelmeyecektir.
Ve temennimiz de büyümeden bitmesidir. Elbette ki ne olursa olsun canlar yanmasın diye değil, yahut yeter ki müslümanlar ölmesin diye değil. Bir halkın, hakkını ararken acı çekmesi gerekiyorsa bundan kaçmasından daha büyük bir zillet yoktur. Ancak barıştan da daha selametli bir yol olmadığı da en kadim hakikattir. Hindistan’ın evvela kestiği suyu bırakması şartı konabilir. Hiç kimse de Keşmir meselesinin çözülmesini beklemediğine göre gerilimin kısa sürmesi umulur.
Ya da biz öyle umalım.