• DOLAR 32.251
  • EURO 35.002
  • ALTIN 2418.465
  • ...
Mevlana`yı Anlamak
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Feyzullah ZEREY / Doğruaber

Mevlana, 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırı içinde yer alan Horasan’ın Belh şehrinde doğmuştur. Babası buranın ileri gelen bilginlerinden olup, “Bilginlerin Sultanı” ünvanı ile anılan Bahaeddin Veled’dir. Annesi ise Belh Emirinin kızı Mü’mine Hatundur. Babası Moğol istilası nedeni ile vatanından ayrılmak zorunda kalır ve Konya’ya yerleşir. Babasının vefatından sonra talebe, mürid ve sevenleri Mevlana’nın etrafında toplanır. Mevlana İplikçi Camisinde vaaz ve nasihatler ediyor, millet etrafında toplanıyordu. Mevlana’nın hayatı Şems-i Tebrizi ile karşılaşması ile ayrı bir değişikliğe uğrar. Ancak kısa bir süre sonra Şems’in aniden vefatı ile başkalaşan Mevlana, uzun bir süre inzivaya çekilir. Ardından ilahi bir aşk ile dolan Mevlana, ilahi aşkını mısralara dökerek halkın arasında da yaymaya başlar. Samimi ve berrak aşkı insanları etkiler, o günden bugüne insanlar peşine düşer. 17 Aralık 1273 günü Rabbine kavuşur.

Allah’ın veli kulu Mevlana, yeterince anlaşılmıyor veya yanlış anlaşılıyor. Mevlana derin bir insan olduğu gibi söyledikleri de derindir. Onu anlayabilmek için onun gibi yaşamak ve inandığı değerlere kalben bağlanmak gerek. Bir şeyi dışarıdan bakmakla, onun içinde yaşamak arasında elbette fark vardır. Bir sanat eserini ancak sanattan anlayan ve bu dünyadan haberdar olan anlar. Mevlana’yı da anmak da bunun gibidir. Herkes kendi fehm ve idraki ölçüsünde Mevlana’yı anlamaya çalışmaktadır. Lakin onun asıl söylemek istediği sırları idrak etmek pek az kişiye nasip oluyor. Nitekim kendisi şöyle diyor.

“Herkes kendi anlayışına göre oldu bana yâr;
Ama gizli kaldı benim içimdeki sır ve esrâr.”

Mevlana’dan anlayabilmenin yollarının başında onun gibi ilahi aşka ermek ve marifet yollarında mertebe kazanmakla tam mümkün olur. Nitekim kendisi şöyle demiştir:

“Ham-ervâh anlamaz pişkin sözünden…”

Mevlana, Peygamber Efendimiz (sav)`in sünnet-i seniyyesine uyan ve insanlara güzel bir örnek olan büyük bir şahsiyettir. Mevlana özellikle hoşgörü ve sevgi konusunda tebarüz eden âlimlerin başında gelir. Hoşgörü, hilm, aşk ve sevgiden bahsedildiği zaman ilk akla gelen odur. Kargaşa, kaos, kin, adavet duygularının insandan uzaklaştırılmasına kendisini adayan Mevlana, İnsanları hoş görmeyi düşüncesinin temeline almıştır.

Mevlana insanların helak olmasını değil, onların ıslahı için sürekli dua eder ve tebliğ hizmetlerini sürdürürdü. Taif’te taşlandığı halde onların helak olmasını istemeyen ve “Hayır, ben onların helâk olmasını değil, onların soyundan inanan bir neslin gelmesini arzu ederim.” diyen Peygamber Efendimiz (sav)’in izini sürdürmüştür. İnsanlığa karşı gösterdiği hoşgörüyü Peygamber Efendimiz (sav)’in Mekke fethinden sonra kendisine bin bir türlü zulmü reva gören Mekkelilere karşı gösterdiği hoşgörü ve güzel muameleyi örnek göstermiştir.

Mevlana’nın ders halkasında ve müritleri içinde işçi, hamal, âlim, esnaf insanlar vardı. Bu durum ashab-ı suffeyi hatıra getirirdi.

Mevlana insanlara statüleri gereği farklı davranmayı hoş karşılamazdı. Onun yanında herkes eşitti. “Sabah akşam rızasını dileyerek Rablerine dua ve ibadette bulunanları yanından kovma!” ayet-i kerimesini düstur edinmişti.

Mevlana çocukları çok sever, onları selamlar ve şefkatle davranırdı. Bu davranışlarını Peygamber Efendimiz (sav)’in çocuklara karşı gösterdiği muhabbete bağlardı.

Mevlana, hayvanlara da şefkat ve merhametle muamele yapardı. Aç hayvanları doyurmaya çalışırdı. Onlara kötü muamele edilmesinden hoşlanmazdı. Peygamber Efendimiz (sav)’in sahibinden şikâyetçi olan devenin hikâyesinde olduğu gibi Onu (sav) örnek alırdı.

“Kim olursan ol yine gel” diyen Mevlana, insanları İslam’ın sıcaklığıyla ısıtmaya ve hidayete ermeleri için çalışıp çabalamıştır. “Bir insanın hidayetine vesile olmak dünya ve dünya içindeki her şeye bedeldir” prensibiyle insanların İslam ile müşerref olması için uğraşmıştır.

Mevlana’nın gözünde insan pek değerlidir. Mevlânâ’ya göre insan sûrette küçük bir âdem; hakikatte en büyük âlemdir. Kâinatın en gözde varlığı olan insanı zaaflarından çok, iyilikleri ile anılmasını ister. İnsanları af etme, onlara yumuşak davranma ve nihayetinde onların gönüllerini kazanma Mevlana için çok önemlidir. Bu ahlakını Peygamber Efendimiz (sav)’den almıştır. Onun (sav) bedevilere karşı takındığı nezaketli tavrı Mevlana için ilham kaynağı olmuştur.

“İnsan bazen şeytan olur, bazen vahşî hayvan; Bu bir sihirdir ki çeşitli huylar onda toplanmıştır” diyen Mevlana, insanın alayi illiyine çıkabileceği gibi esfel-es safiline de düşebildiğini anlatmaya çalışmıştır. İnsanın İslam ile şereflenip yücelmesi gerektiğini lakin bazı insanların kendilerini aşağıların aşağısına attıklarını da dile getirmiştir. “İnsan değer bakımından arştan da üstündür. İnsan hayâle, düşünceye sığmayacak kadar büyüktür. Bu bahâ biçilmez insanın gerçek değerini söylesem ben de yanarım, dünyâ da.” Ama ne yazık ki zavallı insan kendini tanıyamadı. Çok ötelerden ezel âleminden geldi. Bu noksanlar âlemine, bu kirli dünyaya düştü. İnsan kendisini ucuza sattı. O çok değerli atlas bir kumaş gibi idi, tuttu kendini bir hırkaya yama yaptı.

Mevlana’nın fikirlerini yazdığı eseri olan Mesnevi, yazıldığından bu yana çeşitli dillere çevrilmiş, şerhleri yapılmış ve onun ışığında nice eser meydana getirilmiştir. Mesnevi’nin ana teması; gönül, aşk, Kur’an, müsamaha ve ümit üzerine bina edilmiştir.

Farsçada “dıl” olarak yazılan gönül; Mevlana’ya göre “nazargah-ı ilahi”dir. Aşk ve marifetin kaynağı olan gönül nice şeyden daha kıymetlidir ve gönlü kırmak büyük bir hatadır. Gönüller Kur’an, sünnet ve velilerin nurundan istifade ederek değer kazanır. Mevlana aşk sayesinde insanın toprak âleminden ulvi âlemlere yolculuk yaptığını dile getirerek aşkın insanda kin, hırs, kibir gibi olumsuzlukları giderdiğini dile getiriyor.

“Bendesiyim Kur’ân’ın tende oldukça bu can
Ahmed-i Muhtâr’ın ayağının tozuyum her ân"

Benden bundan başka bir söz nakleder ise her kim "Ben o sözden de onu nakledenden de incinirim” diyen Mevlana, Kur’an ve sünnete bağlılığını çok veciz bir şekilde ortaya çıkarmıştır.

“Benim ölüm günüm Sevgili’ye kavuşma günümdür (şeb-i arûs), eğlence ve mutluluk günümdür. O gün benim için çeşitli nîmetleri yeme, şikâyetlerden kurtulma ve Allah’tan râzı olma günüdür” diyen Mevlana, ölümü soğuk ve korkutucu yüzünün ötesinde Hakk’a vasıl olmanın yolu olarak görür. İnsanın ölüm sayesinde sonsuzluğa kanat açacağını dile getiren Mevlana, Yusuf gibi Mısır’a sultan olacağını yani Cennetlerde sultanlar gibi yaşayacağını anlatmaktadır.

Mevlana aşık olmayanların ölümden korktuğunu söyleyerek şunları dile getirir; “Ölümden korkanlar âşık olmayanlardır. Onlar ömürlerinin uzaması için mühlet isterlerken âşıklar bir an önce ölümle O’na kavuşmak dilerler. Çünkü âşıklar ölmez. Onların mezarı âriflerin gönülleridir.”

Mevlana, insanların peyderpey kemale doğru yürüdüğünü ve nihayette Allah’ın razı olduğu bir makama çıkabildiğini dile getirir. Okunan kitapların, ibadet ve taatlerin insanı Allah’a yaklaştırdığını anlatan Mevlana, eğitimini tamamlayıp medresede müderris ve camide vâiz olduğu dönemden sonraki hâlini: “Hamdım, piştim ve yandım” ifadeleriyle açıklar.
Bediüzzaman, “Mevlana benim zamanımda gelseydi, Risale-i Nur’u yazardı. Ben de Hz. Mevlana zamanında gelseydim Mesnevi’yi yazardım”
demiştir. Mevlana, çağının ve kendisinden sonraki çağların Bediüzzaman’ıdır.

Mevlana’dan sonra gerek Mevlevihanelerde gerekse de Mevlevilere rehberlik yapan şeyhlerde modernizmin büyük etkisi olmuştur. Mevlevilik, klasik tarikatlara göre Batıya açılmış ve bünyesine İslam’ı özümsemeyen nice insanlar barındırmıştır. Böylece Mevlana’nın düşünce ve mesajı başka mecralara akmıştır. Mevlana kendisinden sonra gelen müntesiplerinin veya öyle görünenlerin neler yaptığını bir görmüş olsaydı acaba ne yapardı. Bu büyük insanın fikir ve düşünceleri maalesef zaman içinde yontulmuş ve başkalarının istediği bir sürece yönlendirilmiştir. Mevlana’yı İslam’dan ayırma gayretleri vardır. Onu dinler üstü bir konuma getirme çabaları vardır. Lakin Mevlana’nın bütün sermayesi İslam’dır. Onu aldığınızda Mevlana’nın manası ve temeli kalmaz. Mana denizi gider geride bir iskelet kalır.

Mevlana son vasiyetinde şöyle demiştir: Ben sizden gizli ve aşikar Allah’tan korkmanızı, az uyumanızı, az yemenizi, az konuşmanızı, günahlardan çekinmenizi, oruca ve namaza devam etmenizi, daima nefsi arzulardan kaçmanızı, insanların cefasına tahammül etmenizi, manen büyük ve salih kişilerle görüşüp bayağı kişilerden uzak durmanızı tavsiye ederim.İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır. Sözün hayırlısı ise az olup maksadı ifade edendir.

Hamd bir olan Allah’a mahsustur. Tevhid ehline selam olsun.

Yedi öğüdü
Cömertlik ve yardımda akarsu gibi ol.
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
Hoşgörülükte deniz gibi ol.
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

Ey yolcu
Kendine gel ey yolcu! Kendine gel! Akşam oldu; ömür güneşi batmak üzere…

Gücün kuvvetin varken; şu iki günceğizde olsun cömertlikte bulun, iyi işler yap…
 
Elde kalan bu kadarcık tohumu, yani ömrünün geriye kalan son senelerini iyi ek, iyi harca da; şu iki nefeslik ömürden uzun bir ömür elde edesin…
 
Çok kıymetli olan bu ömür kandili sönmeden aklını başına al da, fitilini düzelt, çabucak yağını koy, yani iyi işler yaparak son günlerini amel ve ibadetle geçir, gönül kandilini uyandır.
 
Aklını başına al da; bu işi yarına bırakma. Nice yarınlar geldi geçti. Hemen tövbe ve istiğfar ile işe başla ki, ekin mevsimi, iyilik günleri büsbütün geçmesin.
 
Öğüdümü dinle, beden güçlü bir bağdır. Bizi iyilikten alıkor. Hakk yolunda sana engel olur. Yenileşmek, kendini tamir etmek istiyorsan, eskiyi çıkar at; bedene ait isteklerden vazgeç; rûhanî zevkleri, mânevî heyecanları ara.”

Hz. Mevlâna Celaleddin-i Rûmî (k.s.)
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir