İmam Humeyni, bir eserinde insanların neden ölülerden, bir insan cesediyle yalnız kalmaktan korktuklarını kalbi imanın zayıflığına bağlıyor. Çok az insanın karanlık bir ortamda bir insan cesediyle yalnız kalmaya cesaret edebileceğini söylüyor. Halbuki o ceset et ve kemik yığınından başka bir şey değil. Çürümeye mahkûm, cansız bir varlık… Ama insanların çoğunun kalpleri bu konuda mutmain değil, o ölünün gerçekten cansız ve zararsız bir varlık olduğuna dair kendilerini ikna edemiyorlar. Yani iman sorunu, iman zaafı var burada…

Aynı şey Cennet için de geçerli; ahiret hayatı için de geçerli… Cennete inandığımızı söylüyoruz. Dillerimizle bunu ikrar ediyoruz. Ama kalplerimiz bu konuda ikna olmuş değil... Ölüm sonrası hayat, cennet bizim için uzak bir serap, bir rüya, silik bir arzu gibi geliyor. Cennetin varlığını ruhlarımızda, kalplerimizde hissedemiyoruz. O yüzden ona olan iştiyakımız az… Cennetle ilgili arzularımız yok denilecek gibi… Cennet arzusu sadece dillerimizde…

Biz Müslümanların en büyük sorunu, sıkıntısı bu. Zilletimizin, perişanlığımızın, korkaklığımızın, ürkekliğimizin, kendimizi zalimlere boyun eğmek zorunda hissedişimizin, dağınıklığımızın, sömürü karşısında direnemeyişimizin, zayıflığımızın, çaresizliğimizin, kadınlar gibi ağlamaktan başka bir şey yapamayışımızın, sadece bağırıp çağırıp düşmanlarımıza lanetler yağdırmakla yetinişimizin nedeni bu? Dünyaya dört elle sarılışımız, dünyevi kazanımları kaybetmeyi göze alamayışımızdan nefislerimizin ve hırslarımızın esiri oluşumuz, dünyevi amaç ve idealleri her şeyden üstün tutuşumuz bu yüzden…

Cennete olan inancımız, imanımız sorunlu, sıkıntılı… Allah’ın kitabı olan Kur’an sonsuz cennet nimetlerinden bahsediyor. Allah’ın peygamberi Hazreti Muhammed(S.A.V) sayısız söz ve kelamıyla cennetin varlığından ve güzelliğinden bahsediyor. Allah ve Resulü, cennete götürecek yol ve amelleri en ince detaylarına kadar anlatmışlar bize… Lakin kirlenmiş nefislerimizin elleriyle örülmüş simsiyah bir ağ gönül gözlerimizle bu hakikatlerin arasında kalın bir perde olmuş, bu hakikatlere ulaşmamızı engelliyor.

Lakin Gazze halkı böyle değil! Filistin’in Müslümanları böyle değil… En ağır bedelleri ödeme pahasına Gazze ve Filistin’in yardımına koşan, Gazze ve Filistin’in dostları böyle değil… Cihadın ve direnişin evlatları öyle değil…

Gazze o yüzden direniyor, teslim olmuyor. Gazzeliler, Filistinliler üzerlerine yağmur gibi yağan ölümü tekbirler ve hasbunallah ve-nimelvekil dualarıyla o yüzden karşılıyorlar. Yağmur gibi yağan musibet ve acılara, yıkımlara o yüzden tahammül ediyorlar. Onlar gerçekten cennete inanıyorlar. Cennetin varlığını tüm ruhları ve kalpleriyle hissediyorlar. Şehadeti, şehitliği en büyük nimet, güzellik ve kurtuluş biliyorlar. O yüzden ölümden korkmuyorlar. Ölümü, kendileri ile cennet arasında bir köprü olarak görüyorlar. Küçücük bir Gazze’nin iki yıldır dünyanın en büyük şeytani güçlerine karşı direnmesi ve boyun eğmemesi bu yüzden…

Eğer Gazze halkının imanı gibi bir iman bizde olsaydı, eğer biz de Gazze halkı ve o halkın dostları olan direniş güçleri gibi cennetin varlığını ruh ve kalplerimizde hissedebilseydik bu kadar zelil, korkak, dünyaperest, çıkarcı, bencil olmazdık. İzzet ve onurla donanır, ümmetin düşmanlarına kahramanca direnir, kardeşlerimizin yardımına koşar, onlarla el ele vererek topraklarımızı, İslam’ın topraklarını necis Siyonistlerin, barbar Haçlıların varlığından arındırıp özgürleştirir, dünyamızı da ahiretimizi de mamur eder, barış ve huzur içinde yaşardık.