“Allah Teâlâ zu-l intikamdır. Bazen zalimi bir kamçı gibi kullanarak intikam alır, sonra da döner zalimden intikam alır”. Bu durumda kamçılama bir musibettir. Müminleri Allah’a yaklaştırır, kâfirin ise isyanını arttırır.
Kadim Hikmet eserlerinde şöyle bir hikâye geçer. Adamın biri atıyla yolda geçerken ağaç altında yatmakta olan birini görür. Bir yılan, ağzı açık yatmakta olan adamın ağzından içine girer. Süvari durumun aciliyeti karşısında, adamı uyandırıp meseleyi anlatmak yerine, atını hızlıca yatan adamın üzerine sürer ve başlar kamçılamaya. Çünkü zaman kaybıyla yılanın adama zarar vereceğini hesaplar. Panik içinde uyanan adam neye uğradığını şaşırmış iken, onu kamçılayan; yerdeki çürük elmaları yemesini emreder ve kamçılamaya devam eder. Korku ve can havliyle çürük elmaları yiyen adam şiddetli bir şekilde kusar. İstifrasının içinde simsiyah bir yılan yere düşer kamçılayan adam durur. Yatmakta olan adam ise durumu anlamaya çalışır, bir süvari, bir de ağzından çıkan siyah yılan karşısında hayretler içindedir.
Süvari ona durumu izah eder. Şayet seni uyandırıp sana anlatmaya çalışsaydım senin de benim de yapacak çok az şeyimiz olurdu. Belki sana eziyet verdim, ama ancak bu şekilde kurtulurdun.
Adam bu Hikmet ehline minnet ve memnuniyetle teşekkür eder.
Bu son yıllarda özellikle İslam aleminin daha doğrusu Müslüman aleminin kamçılandığı aşikar ve ortada. Hak Teala sonunu hayretsin. İnşallah hayırlı bir şekilde Ümmetin sahili selamete çıkmasına vesile olur. Fakat bu kamçılanma iyi tahlil edilmezse, sebebi güzelce idrak edilmezse, Allah muhafaza sonuçları daha da kötü olabilir.
Özellikle son iki yüzyılda dünyanın yeniden parsellenmesi ve şekillenmesi; Osmanlı İmparatorluğu’nun da yıkılması akabinde; birinci ve ikinci dünya savaşlarının da etkisiyle İslam coğrafyası da hızlı bir şekilde parçalandı ve “seküler siyasetin” etkisine girdi. Müslüman âlemde de Marifetullah’tan, irfandan yavaş yavaş bir kopuş ve seküler siyasi anlayışlara kayma oldu.
Müslüman âlemin yeniden birlik ve beraberliğini sağlamaya ihtiyaç ve ümidi, daha açık bir ifade ile yeniden ümmet olma arayışları, yeniçağın da etkisiyle yeni bir takım akımlara yol açtı. Bu akımlarda yeni sosyolojinin etkisi kaçınılmaz oldu.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kapitalist Paradigmanın dünya siyasi egemenliği ve buna hem antitez hem de bir karşı duruş olarak ortaya çıkan Sol-Sosyalist Blok çekişmesi; ister istemez genel dünya siyasetine damgasını vurdu. Bu iki paradigmanın soğuk savaş dönemindeki çekişmeleri, Müslüman âleminde de özellikle devletlerin etkilenmesini, bu çekişmelerde yer alınmasını ve bu kutuplardan birisine kaymasını netice verdi.
Bu süreçte özellikle Sol-Sosyalist Blok’un “sınıf mücadelesini” esas alan ve sürekli çatışmayı metod olarak benimseyen yöntemi; kimi Müslüman devlet ve toplumlarını da etkiledi. Özellikle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Çin Sol Sosyalist Devrimlerinden etkilenmeler de İslami mücadelede yöntem arayışında olan Müslümanları tesir altında bıraktı. Mısır, Suriye, Irak gibi Sol –Milliyetçi, Baasçı Rejimler Sosyalist blokta yer aldılar. Türkiye, Pakistan, Körfez-Hicaz mıntıkası da Amerika- İngiltere eksenine kaydı. Bunlara karşı gelişen İslami mücadele yönetici ve yöntemleri de, bilinçli – bilinçsiz bu paradigmaların söylem ve eylem tarzlarından etkilendiler. Artık İslami mücadelelerde, beşeri, seküler, sol sosyalist kavramlar iyice ve rahatça kullanılmaya başlandı.
Bu kavramlar; İslami cenahtaki anlam, olgu ve pratikleri de doğal olarak etkiledi. Bu yapılırken sezilmeden, belki pek fark edilmeden gerçek İslami İrşad ve tebliğ, genişleme metotlarının bulanıklaşmasına hatta yer yer kirlenmesine de sebebiyet verdi.
Oysa tarihsel süreç iyice analiz edilirse; çok rahat bir şekilde görebilir ve söyleyebiliriz ki; İslam’ın Tarihsel süreçteki toplum ve coğrafyalardaki perçinlenmesi özellikle İHYA ve İRŞAD faaliyetlerinin bir sonucudur.
Bağdat kökenli Kadirilik, Nakşibendilik hareketleri Ortadoğu’yu; ilaveten Mevlevilik, Halvetilik, hatta Bektaşilik (ki Yeniçeri Bektaşi’dir) Anadolu ve Osmanlıyı; benzer şekilde Buhara kökenli Nakşibendilik, Yesevilik Orta Asya’yı İslam ve Müslüman olarak yoğurdu, perçinledi. Ha keza Şazelilik ve Ticanilik Afrika ve Mağrip ülkelerini, benzer şekilde Nakşibendilik, Sühreverdilik, Kadirilik, Serhendilik gibi tarikat ve kolları da Uzak Asya; Hindistan - Pakistan bölgelerinde İrşadlar sayesinde kalıcı fütuhatlar netice verdi.
Bu irşad; coğrafi fütuhatı, bir yürek ve manevi fütuhat olarak da tamamladı. Bugün en kırsal kesimdeki Müslümanların içindeki “örfî İslam” kökenini, o günkü irşattan almaktadır.
O günkü dünyada Ümmetin; Emeviler, Abbasîler, Osmanlılar’daki resmi Halifelerinden ayrı, adeta toplumu kontrollerinde tutan büyük Mürşidler ve bunların toplumun en kılcal ve kırsal kesimlerine kadar uzanan İrşad Halifeleri vardı. bugün bile bunların izlerini ve etkilerini görmek mümkündür.
Maalesef son 50 yılda özellikle yukarıda mezkur sebeplerden ötürü Müslüman coğrafyada da seküler hareket yöntemlerinden etkilenme, özellikle dil ve kavramların tesiri, oluşan Müslüman sosyolojiyi İrfan ve Marifetullah’tan mahrum bıraktı. Manevi ve uhrevi hedeflerden ziyade dünyevi iktidar ve belirgin olma çabaları samimi niyetlere rağmen, seküler tarzda Müslüman bir nesil ve toplum şeklini ürün olarak ortaya çıkardı. Sadece siyasete odaklanan bu Müslüman sosyoloji, maalesef irfan ve marifetten yeterince nasiplenemedi. Sonuç olarak da bugün her Müslümanın, birey ve camia olarak dillendirdiği, tedirgin olduğu, her an ayağı kaymaya müsait bir nesil durumu söz konusu oldu. Gelecek nesil için ise endişeler çok daha büyüktür.
Durum ve sorun gayet açıktır. İyice tahlil edilirse ve samimi bir şekilde ifade edilirse; galiba bu siyasi yoğunlaşma ve iktidara odaklanma, marifet ve irfanı, dolayısıyla maneviyatı daha açık bir ifadeyle Mümin’in iç âlemini bulanıklaştırdı. Direk Allah’a yönelme yerine, o renkteki dünya iktidarı ve saadeti, İslam maskeli bir şekilde hedefe oturdu. Allah-u Teala da Müslümanları gerçek hedeflerine uyandırmak için zalimlerin kamçısına maruz bırakıyor -Allahu e’lemu-.
Yeniden Marifetullah’a ve İrfan’a uyanış, GAYE-TÜL GAYE’YE (Gayelerin gayesi, esas Gayeye) yöneliş ana çözüm olarak görünüyor. Artık Rehberlerin Mürşid; Mürşitlerin de bu meyanda irşat ihtiyacı hâsıl olmuştur. “RABBANİ KİŞİLİK” inşası asıl görev olarak tevdi edilmelidir.
Tarihlerinde Ümmetin kışını, Ocağın zemherisinde canları ile ısıtan Mürşit Rehberlere de selam olsun. Vesselam…