İmralı ziyaret ekibinin Öcalan’ın “devlet görevlileri ile beraber hazırladığı” metni okuması sonrası farklı tepkiler söz konusu olsa da asıl olarak dikkatler PKK’nın merkezinin yani Kandil’in vereceği cevaptaydı.
Bu arada MHP genel başkanının aramasını büyük bir heyecanla karşılayan DEM yöneticilerinin çelişkisinden de söz etmeden geçmemek gerekir.
Malazgirt etkinlikleri kapsamında bir fotoğraf karesinde HÜDA PAR genel başkanının yer almasını kıyasıya eleştirenlerin mevcut duruşları ibret vericidir. HÜDA PAR’ın sorunların çözümü için “İslam kardeşliğinden” söz etmesine hakaret ifadeleriyle cevap verenlerin, Öcalan’ın “bin yıllık ittifak” ve “tarihsel ilişkiyi, kardeşlik ruhu içinde inançları da göz ardı etmeden yeniden düzenlemek” şeklindeki vurgusu karşısında sus pus olmaları sadece çelişki ile değil aynı zamanda tutarsızlık ve ilkesizlik ile de izah edilebilir.
Biz yine sürece gelelim…
Kimi siyaset analizcileri sürecin aslında bir yıldır devam ettiğini ve devlet, Öcalan ve Kandil’in anlaşması sonrası bunun kamuoyuna gösterildiğini söylüyor; ama PKK içerisinde tam bir görüş birliği olmadığı da yapılan açıklamalarla ortaya çıkıyor. Aslında siyasi uzantılar içerisinde de dışa vurulmayan belirgin bir rahatsızlık var. Sırrı Süreyya Önder’in metnin dışında söylediği cümle de bunu doğrular nitelikte: "Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz silahların bırakılması ve PKK'nın kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir."
PKK’nın ve o çizgideki siyasi hareketlerin “demokratik siyaseti” şimdiye kadar bölgede kimseye huzur vermedi. Aksine katliamlar, çukur rezaletleri, 6-8 Ekim vahşeti gibi canlı örnekler bu kelimelerden tedirginlik duymaya yeterlidir sanırım.
“Hukuki boyutun” ne olduğu konusunda ise her konuda hemen açıklama yapan Mehmet Uçum’un bir şey söylemesi gerekir diye düşünüyorum. Tabii işin içinde “ideolojik kardeşlik” olunca dilin klasik “Uçum sertliğinde” olmayacağını da rahatlıkla söyleyebiliriz.
Açıklamanın muhataplarından söz ediyorduk..
Hükümet çevreleri ayrıntıları bilmemenin tedirginliği bir yana “kontrollü bir iyimserlik” görüntüsü vermeye gayret ediyor.
PKK’dan yapılan “Kongreyi toplayıp karar vereceğiz” açıklaması ise herkesin fark ettiği gibi süreci zamana yayıp “farklı alternatifleri” test etme amacını taşıyor.
Mesele sadece dört ülke sınırları içerisindeki silahlı unsurların ne olacağı meselesi değildir.
Suriye sınırları içerisinde Amerika tarafından semirtilen, körfez istihbaratları tarafından büyük finansmanlar sağlanan ve neredeyse Suriye’nin üçte birini kontrol altında tutan büyük bir silahlı güç var. Bu silahlı güç ile alakalı hem bölgenin hem de bölge dışındaki ülkelerin ciddi hesaplar yaptığı bilinen bir şey.
Öyle görünüyor ki, aslında birçok ayrıntı taraflar arasında konuşulmuş ve mutabakata varılmış.
HÜDA PAR genel başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun bir televizyon kanalına verdiği röportajda söyledikleri de bunu doğruluyor:
“Irak topraklarında ya da Kürdistan Bölgesi topraklarında Rojava’da da olabilir bir kamp kurulabilir, ancak bu kampın yönetimi PKK’nin elinde olmayacak. Belki de böyle bir kampın kurulması düşünülüyordur, ancak kamp sakinleri silahsız olacaktır. PKK’nin bazı üst düzey yetkilileri Avrupa’ya gönderilebilir ve bazı Avrupa ülkeleri onları kabul edebilir. Bu ihtimal de masada.”
Şu anda PKK ve DEM açısından en büyük sıkıntı, hükümetin bir önceki süreçte bulunduğu pozisyondan bir hayli uzak olması. Süreç hem masa altında hem de açıkta devam ettiği halde hem operasyonların hem de kayyımların durmaması bunun en açık göstergesi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri çok açık: "Uzattığımız elin havada bırakılması veya ısırılması halinde de demir yumruğumuzu daima hazır tutuyoruz."