Her ibadetin insana yaşattığı manevi, ulvi hisler vardır. İslam’ın direği olarak tanımlanan namaz, Yüceler Yücesi’nin divanında durmanın, O’na arz-ı hal edip ‘yine ben geldim, affet ya Rabb’ demenin huzur ve güvenini verir. Zira Allah Teala, rahmeti sonsuz olandır. O’nun rahmet kapısını çalmak demek olan namaz, dünyevi dert ve sıkıntıların ağır yükünü hafifleten eşi bulunmaz bir tiryak ve ilaçtır.
Zekat, hac ve diğer dini farizaların edasından hayatımıza yansıyan, ruhumuzu okşayan sayısız nurani nefhalar mevcuttur elbette. Biz bu yazımızda sadece ramazan ve orucun bize sunduğu manevi, ilâhi ikramlardan bir nebze söz etmeye çalışacağız:
Oruç ibadeti de hac ve namaz ibadetleri gibi belli bir vakte bağlı olarak eda edilir. İbadetlerin belli bir vakitte ve topluca edasının çok büyük hikmetleri vardır. Bir şeyi aynı vakitte toplu halde, beraberce icra etmenin insana verdiği ruhi neşe elbette ki farklıdır. Rasulullah (asv) şöyle buyurmuştur: “Allah'ın eli cemaatledir.” (Tirmizi, IV/466)
Beraberlik ruhu, musibet ve belaların acılarını hafiflettiği gibi, sevinçleri de bir o kadar katlar.
Ramazan’da bütün ailenin, mahallenin aynı saatte kalkıp sahur etmesi ve akşam vakti iftar açması kadar güzel bir şey var mıdır? Fıtratları henüz tertemiz olan çocuklar, bu toplu faaliyetin icrasındaki lezzetin daha bir farkında oluyorlar. Kalbi günah kirleriyle kararmamış temiz yapıdaki o çocuklar, yatmadan önce sahur yemeğine kendilerinin de kaldırılmalarını, oruç tutmak istediklerini ısrarla ifade ederler. Bu açıdan her aşının bir vakti olması gibi, çocuklarımıza dini duyguyu aşılamanın zamanı da ramazan ayıdır.
Ramazanda tutulan orucun insana sağladığı güveni de unutmamak lazım. Zayıf düşer hastalanırım düşüncesinin temelsiz bir şeytani uydurma olduğunu insan ancak oruçluyken anlar. Bunu anlamış olmanın verdiği rahatlık ve güveni de ancak oruçlu yaşayabilir. İnsanın eşyaya ve bedeni ihtiyaçlara karşı elde ettiği her başarı onu daha çok rahatlatır. Dolayısıyla da Allah’a yaklaştırır. Hayatlarının her saatinde yeme ve içmenin peşinde koşup yorulan insanın ızdırabını dindirecek olan orucun açlığıdır.
Oruç, insanı mide eksenli bir hayatın kölesi olmaktan kurtarır, özgür kılar. Oruçtaki açlığın güçlü manevi bir gıda olduğunu Hz. Pir şöyle ifade eder: “Açlık, Allah’ın sofrasıdır”
Diyebilirim ki, oruçluyken insanın rutin işlerini de askıya almaması daha makbuldür. Çalışma temposunu biraz kısmakla beraber işlere devam etmenin sonucunda ortaya çıkan açlık ve susuzluk hakikaten manevi bir gıdadır.
Yazımızı yine maneviyat sultanı Hz. Celaleddin-i Rumi’nin bir iki beytiyle noktalayalım:
“Orucun bazı zorlukları varsa da, yüzlerce çeşit hüneri de vardır: Oruç; şeytanı ve nefsi güçsüz ve etkisiz hâle getirir, maddî ve manevî açıdan temizliği gerçekleştirir, gönlü bedenî isteklerin tahakkümünden kurtarır, nefsi kirlerinden arındırır, ruhu özgürleştirir, gönül gözünü açar, manevî görüşü artırır, sabrı öğretir, bedenî hastalıklardan korunmanın yollarını öğretir, insanın insanlığı olgunlaşır, manevî rızıklara ulaştırır, Allah’a yakınlaştırır”.
“Bizi kötü işler, günahlar işlemeye teşvik eden kirli nefsimiz, arınmaya, temizlenmeye muhtaçtı! Ramazan gelince, günah zindanının kapısı kırıldı; can, nefsin esaretinden kurtuldu, miraca çıktı, sevgiliye kavuştu!”
“Oruç tutarak kötü huylardan gereği gibi temizlenirsen, ermiş kişilerin peşine düşer, göklere yükselirsin; orucun mânâ ateşiyle mum gibi yanar, nûr olursun.”
“Boş karın şeytanın zindanıdır. Çünkü karnı aç adamın ekmek derdi, yemek sevdâsı; hile yapmasına, kötülük işlemesine engel olur. Boş iken şeytana zindan olan karın, yemekle dolunca içinde şeytanların kaynaştığı bir pazar oluverir.”