Bismihi Teâlâ
Takvim yapraklarında 2 Ekim,
“Dünya Çocuk Günü” yazar.
Bu günü kutlamak,
Gazze’de bir çocuğun yüzüne bakarak
yapmak mümkün olamıyor.
Yüzümüzü Gazze’ye çevirdiğimizde
kutlama sözcüğünü bırakın, utanç duyuyoruz.
Zira orada çocuk olmak, çocuk kalabilmek
neredeyse imkansız.
Orada her çocuk istisnasız
gözlerini açtığında,
tavanda asılmış oyuncak yerine
beton yığınlarını, molozları görüyor.
Uyurken masal, ninni dinlemek yerine
bomba sesleriyle uyanıyor.
Maalesef küçük avuçlarına yaşam değil savaş sığdırılıyor.
UNİCEF raporlarına göre 50 binden fazla çocuk katledilmiş.
On binlercesi yaralı, milyonlarcası travmatik bir hal yaşıyor.
‘Akıl akmaz dehşetin’ ötesinde bir şey!
Dünya’yı çekilmez hale getiren Avrupa’nın marifeti; bu…
Mimsiz medeniyet, ihtirasları uğruna
her şeyi caiz görüyor.
Düşünün ki,
bir çocuğun en büyük eğlencesi,
oyun saatim ne zaman?
Oysa Gazze’de çocuğun en büyük derdi,
“Bugün hayatta kalabilecek miyim?” Sorusudur.
Ne yazık ki bu sorunun cevabı çoğu zaman “ayır” oluyor.
Dünya’nın neresinde olursa olsun,
onlar, o sabiler, masumiyet karinesidirler.
Çocukların hakkı olan masumiyet,
Gazze’de en çok çalınan şeydir.
Düşünün ki,
Gazze’de yapayalnız kalmış pek çok çocuk var.
Kalabalıklar arasında tek başına…
Masum gözlerde keder…
Modern dünyanın en utanası hali aslında!
Zira hiçbir çocuk mezarlıklar arasında
büyümek zorunda bırakılmamalı.
Her vicdan sahibi insanın sorması gereken:
“Biz ne yaptık da çocukların dünyası bu kadar karardı?
Sessizliğimiz,
görmezden gelişimiz,
zalime peşkeş çekmemiz,
olan biteni sıradanlaştırmamız…”
Bunların hepsi birer ihanet değil midir çocuklara?
Gazze’de her çocuğun dramı bize yazılmış bir mektuptur.
O mektupta tek bir cümle var:
“Bizi unutmayın!”
Kalın sağlıcakla.