Gerçekten bazı şeyleri insanın havsalası almıyor. Geçmiş toplumlarda istisna olarak görülen aşırılıkların, bugün bizde çığ gibi büyümesine şahitlik ediyoruz. Görmezden gelinen her yanlış, ötelenen her sorumluluk, bugün karşımıza ahlaki bir çöküntü olarak çıkıyor. Acı ama gerçek: Bir yozlaşma yaşıyoruz. Hem de sessiz, derin ve tehlikeli bir yozlaşma…

Çanakkale’den geçemeyenler, bu topraklara artık sosyal medya ile giriyor. İnternetle, cep telefonlarıyla, televizyon ve bilgisayar ekranlarıyla… Üstelik kapılar ardına kadar açık. Henüz bir yaşına basmamış çocukların eline telefon veriyoruz; sonra da “Bu çocuklar neden böyle oldu?” diye hayıflanıyoruz. Oysa cevabı çok yakında, uzaklarda aramaya gerek yok, aynaya bakmak yeterli.

Sorun sadece gençlik mi? Hayır. Asıl mesele, önce kendimiz. Hepimiz bir “reset”e muhtacız. Çünkü eğitim ailede başlar. Evde verilmeyen edep, haya, ahlak ve iman bilincini; okuldan, sistemden, müfredattan beklemek en hafif tabiriyle saflıktır. Bir sistemin çöküşünü izliyoruz aslında. Bir neslin, göz göre göre helâka doğru yürüyüşüne şahit oluyoruz ne yazık ki.

Bu gidişata “dur” denmesi gerekiyor. Tedbir alınmalı, caydırıcı yaptırımlar uygulanmalı, suistimale asla mahal verilmemeli. Aksi hâlde bedelini hep birlikte ödeyeceğiz. Çünkü kula bela gelmez Hak yazmadıkça; Hak da bela yazmaz kul azmadıkça. Bugün yaşadıklarımız tesadüf değil. Birikmiş ihmallerin, görmezden gelinen günahların ve ötelenen sorumlulukların neticesi…

Gençlik koşar adım uçuruma gidiyor. Okul müfredatında din ve ahlak eğitimini zorunlu kılmazsanız; inançtan, edep ve merhametten yoksun bir neslin meyvelerini toplamaya başlarsınız. Ve maalesef o meyveler çoktan ortaya çıktı. Biz Kurtuluş Savaşı’nda belki topraklarımızı kurtardık ama bugün zihinlerimiz işgal altında. Asıl kurtuluş şimdi gerekli. Yarın çok geç olabilir.

“Bu gençlik bizim gençliğimiz mi?” diye sormadan edemiyor insan. Eğer öyleyse, dış düşmana neden kızıyoruz? Onlar kendi görevlerini yapıyor. Asıl tehlike içeride. Olay bizim evimizin içinde, bizim ihmallerimizde, bizim suskunluklarımızda yaşanıyor. İnsanlığa faydamız bu mu? Değerlerimizi alay konusu yapan bir nesille mi olacak?

Dünyada milyarlarca insanın saygı duyduğu kutsal değerlerle alay etmek zekâ değil, hadsizliktir. Hadsizlik ise zekânın bittiği yerde başlar. Kur’an-ı Kerim’e tekme atan öğrenciler… Secdede vefat eden insanlarla alay edenler… Öğretmenini dövenler, akran zorbalığını marifet sananlar… Bunların tamamını sadece “eğitim sistemi” diyerek açıklayamazsınız. Sadece “aile” diyerek de… Peki ne oldu?

Evde çocuk yetiştirecek anne kalmadığında, babanın ev reisliği elinden alındığında, babalık fonksiyonu yitirildiğinde, sadece geçimi değil rehberliği de ihmal ettiğinde, bu tablo kaçınılmaz hâle geliyor. Kadın anneliğini, baba babalığını değersiz görürse; nesil sahipsiz kalır. Mesele çok derin, yara çok büyük. Rabbim yardımcımız olsun, bu çocukları da ıslah eylesin.

“Gençtir, hata yapar” diyoruz ama bu kadar cüretkârlık hata değil, bir sınır ihlalidir. Kötülüğün kapısını sonuna kadar açarsanız, önündeki setlerin ayakta kalmasını bekleyemezsiniz. Haramlara bu kadar özgürlük tanınırken; ne bir imam hatip ne de bir medrese tek başına bu menfi gidişatı durdurabilir.

Çünkü kötülüğü önlemek, kötülüğün zararlarını anlatmaktan çok daha etkilidir. Artık konuşmak değil, harekete geçmek gerekiyor. Yoksa bu yol, yol değil…