Hz. Âdem’in dünyaya indirilmesiyle insanoğlu için başlayan dünya hayatı, sürekli gelişim göstererek maddi anlamda mükemmele doğru yolculuğuna devam etmektedir. Özellikle bilgisayarın hayatımıza girmesiyle sürecin hızı baş döndürücü bir hal almaya başladı. “Artık bundan ötesi olmaz” dediğimiz anda, sıradan bir insan olarak hiç ummadığımız, aklımızdan geçiremediğimiz hatta hayalini dahi kuramadığımız bir teknolojinin piyasaya sunulduğunu görmek, insanı bir yandan heyecanlandırırken, diğer yandan kaygı, endişe ve korkularını da bir o kadar artırıyor.

Günümüzün en çok konuşulan, üzerine en çok araştırma yapılan ve büyük bilişim şirketleri tarafından en çok kaynak aktarılan alan, hiç şüphesiz “Yapay Zekâ” teknolojisidir. Birçok araştırmacı, yapay Zekânın dünya gündemine girme tarihi için 1956'da gerçekleştirilen Dartmouth Konferansını işaret etmektedir. Bu konferansta John McCarty, Marvin Misky ve Claude Shannon yapay zekâyı, "akıllı makineler, özellikle de akıllı hesap programları yapmanın bilimi" olarak tanımlayarak 1970'lere gelindiğinde toplumun makinelerle çevreleneceğine işaret ettiler. Ancak yapay zekâya ilk somut örnekler ancak 1990’larda ortaya çıktı. IBM'in Deep Blue süper bilgisayarının, 1997'de dünya satranç şampiyonu Garry Kasparov'u yenmesi, yapay zekâ için bir milat haline geldi.

Artık yapay zekâ neredeyse her alanda kullanıma açılmış ve neredeyse herkesin kullandığı bir teknoloji haline gelmiş durumdadır. 1 Ekim 2025 tarihli TÜİK verilerine göre Türkiye’de üretken yapay zekâ kullandığını beyan eden bireylerin oranı %19,2 seviyesindedir. Yine bu verilere göre 16–24 yaş grubunda olanların %39,4 ile yapay zekâyı en fazla kullanan bireyler olduğu saptandı. 25-34 yaş grubu %30; 35-44 yaş grubu ise %15,5 oranında yapay zekâyı kullanmaktadır. 65-74 yaş grubunda ise yapay zekâ kullanım oranı çok düşük seviyede bulunmaktadır.

Hiç şüphesiz hayatımıza giren her teknoloji gibi yapay zekâ da günlük yaşantımızı oldukça kolaylaştırmaktadır. Hatta denilebilir ki askeri alanda kullanılan teknolojiler hariç her icat, her keşif, her teknolojik gelişme, insan hayatını kolaylaştırmak, insanın daha fazla rahat etmesini sağlamak, konforunu daha üst seviyelere çıkarmak gayesiyle ortaya çıkarılmıştır. Yapay zekâ da bu amaca hizmet etmektedir. Bu, işin bir boyutu.

İşin asıl önemli boyutu ise yapay zekâ kullanımının insan ırkına vereceği zararlardır. TÜİK verilerine göre yapay zekâyı kullanan insanların büyük çoğunluğunun genç kesim olduğu görülmektedir. Bu durum, genç neslin yapay zekâyı daha fazla bir oranda kullanacağına dair bir fikir vermektedir. Artık lise öğrencileri ödevlerini değil, yapay zekânın yazdıklarını teslim ediyor; üniversiteliler tez değil, talimat yazıyor. Yazarlar, gazetelere gönderdikleri yazıları makineye yazdırıyor. Roman, öykü, çocuk kitapları yazanlar da hakeza öyle…

Yapay zekâyı kullananlar, rahatlığın cazibesine kapılırken kaçınılmaz olarak düşünme, akletme, bilgiyi harmanlama, verilerden sonuç çıkarma, farklı sonuçları karşılaştırıp analiz etme gibi ihtiyaç duyulan üst düzey eleştirel düşünme becerilerinde köreldiklerinin farkında bile değildirler. Yani düşündürmeyen teknolojiye teslim olanlar, yarın düşünmeyi tamamen unutacak hale gelebilirler. İşin özü, bir kişi kendisi adına düşünmesi, araştırma yapması; makale, roman, şiir yazması için yapay zekâya çok fazla güvendiğinde, belli bir zaman sonra düşünemeyecek, yazamayacak, araştırma yapamayacak duruma gelecektir.

Evet, bu teknolojiden istifade edelim, ama ipi tamamıyla onun eline bırakmayalım. Sorular sormayı, araştırmayı, üretmeyi tamamen ona bırakmayıp onunla birlikte yaparak kendimizi geliştirelim. Allah’ın verdiği ve bizi diğer canlılardan üstün kılan aklımızı, zekâmızı, düşünme yeteneklerimizi köreltmeyelim. Aksi halde bir nesil sonra akletmeyen, düşünmeyen, yazamayan, kendi başına iş yapamayan aptal bir toplum ortaya çıkacaktır.