Türkiye, Katar`ı Koruyabilecek mi?
2016`da Türkiye ile Katar arasında bu ülkede bir Türk askeri üssü kurulması konusunda anlaşma imzalanmıştı.
Anlaşmaya göre Türkiye söz konusu üsse 500-600 civarı asker konuşlandıracak, komutanlık Katarlı bir subayda, yardımcılık bir Türk komutanda olacak.
Anlaşma metnine göre amaç, Katar`ın savunma imkân ve kabiliyetini geliştirmek, ortak eğitim ve tatbikat icra etmek, iki ülkenin mutabık olduğu diğer görevleri yerine getirmek olarak tanımlanmaktadır.
4 Mayıs`ta Meclis komisyonunda bu anlaşma metni görüşülürken CHP`lilerin bu anlaşmada Türkiye`nin ısrarcı olmasına dönük sebeplerin neler olduğuyla ilgili sorular ön plana çıkarılmış, hükümet kanadının verdiği cevaplar CHP`lileri pek tatmin edemese de Katar`ın “stratejik” konumuna vurgular ön plana çıkmıştı.
Anlaşma metninin Meclis`te görüşülmesi sürecinde Trump`un Suudi seyahati, Suudi-Mısır-BAE gibi ülkelerin “İran karşıtı” söylem üzerinden motorize edildiği günlere denk gelmesi, Türk-Katar askeri ilişkisinin de “İran tehdidine” dönük bir “önleyici tedbir” olarak algılanmasına yol açmıştı.
* * *
Hafta içerisinde BAE Washington büyükelçisinin ABD`de İsrail yanlısı Demokrasi Vakfı (FDD) yetkilileriyle yaptığı e-posta yazışmaları basına yansıdı. Burada içeriğine girmeyeceğim, ancak özet olarak e-postalarda Türkiye ve Katar üzerine iki tarafın bayağı kafa yorduğu ve koordineli çalıştıkları gözlemlenmektedir.
Katar, “Teröre destek” vermek üzerinden; Türkiye ise 15 Temmuz, Erdoğan ve dış ilişkileri üzerinden hedef alındığı görülmektedir.
Katar için “Teröre destek” suçlamasının Hamas ve İhvan`la ilişkiler üzerinden yapıldığını ayrıca not düşelim. Ki, Türkiye de bu konuda Katar`la aynı çizgidedir.
* * *
15 Temmuz`un “Dış ayağı” üzerine çok şey söylendi. Ancak “İç ayaklar” tam ortaya çıkarılamayınca “Dış ayak” da büyük oranda gümbürtüye gitti.
Darbe girişimine iki hafta kala Türkiye dış politikada radikal bir atağa yöneldi. Rusya ile süren uçak krizine nokta koydu, Suriye üzerine Rusya ile ilişki ve koordinasyonu önceleyen bir tutuma yöneldi. Haliyle bu tutumun Suriye içi ve Suriye dışı güç denklemine farklı yansımaları olmaya başladı.
Hükümet kanadı peş peşe açıklamalar yapmaya başladı. Komşularla yeni bir ilişki biçimi ve en önemlisi de Suriye ile normalleşme yönündeki açıklamalar hayli dikkat çekiciydi. 15 Temmuz tarihi yaklaşırken Cumhurbaşkanı Erdoğan`ın Rusya`ya yönelik seyahat programı da netleşmeye başlıyordu. Tam da bu süreçte 15 Temmuz kalkışmasının yaşanması, ABD ve NATO`ya rağmen Rusya ile farklı boyutları olacak bir ilişkiye girmenin bu kalkışmaya yaptığı etkiyi gündeme taşımıştı.
Darbeden iki gün sonra ise Suudi Dışişleri bakanı Adil El Cübeyr`in Türkiye`yi tehdit eden açıklaması medyaya düştü.
ABD`de John Kerry ve Susan Rice ile görüşürken konuşan Cübeyr, Türkiye`nin bu tutumunu “ani, şaşırtıcı, beklenmedik bir değişim” olarak nitelemiş, Suriye politikasındaki herhangi bir değişimi “ölümcül hata” olarak nitelemiş, bunun “Türkiye`yi daraltacağını” belirtmişti. Ardından da PKK faktörüne dikkat çeken, Adil el-Cubeyr, “Türkiye mevcut şartlarda Kürt muhalif güçlerin saldırılarını göze alamaz” ifadelerini kullanarak PKK üzerinden Türkiye`ye mesaj gönderdi.
BAE büyükelçisinin yazışmaları yalnızca BAE`nin komplocu yaklaşımı anlamına gelmez. Aynı zamanda Suudi faktörünü de ön plana çıkarır. Bölgesel ilişkilerde Suudi`siz BAE ya da BAE`siz Suudi diye bir olgudan söz edilemez, en azından yakın geçmişten bugüne kadar. Bu ikilinin ABD ile ilişkilerini ve ABD`nin 15 Temmuz darbesiyle ilişkisini göz önüne alırsanız, mükemmel bir “saadet zinciri” ile karşılaşabilirsiniz.
Oysa Türkiye`de 15 Temmuz sürecinde Körfez/Suudi faktörünün hiç gündeme getirilmemesi gerçeği de vardı. Bunun bir tarafı ekonomik darboğazla ilgili iken, diğer tarafı da Körfez sermayesinin muhafazakâr propaganda aygıtları üzerindeki etkisiyle açıklanabilir.
* * *
Bu köşede daha önce de yazdım; İsrail/ABD güdümlü Suudi/Mısır/BAE ittifakı her ne kadar “İran karşıtlığı” üzerinden meşruiyet aramaya çıkmışsa da, bu ittifakın İran`a verebileceği ciddi bir zarar yoktur. İran bahanesiyle aslında İhvan ve Hamas`a odaklanmış durumdadırlar. Bu da aslında sallantılı saltanat korkularının İsrail ajandasına yenik düşmesinden başka bir şey değildir.
İhvan ve Hamas denince Katar`la eş değer bir pozisyona sahip olan Türkiye de akla gelmektedir. Suudi/İsrail/ABD faktörü Hamas ve İhvan üzerinden Katar`a bu denli çemkiriyorsa, Türkiye`ye de söyleyecek birkaç sözleri vardır herhalde.
Tam da bu noktada Türkiye ile Katar arasında imzalanan askeri anlaşma ve hedefleri akla gelmektedir. Türkiye – Katar ilişkisi ve bölgesel politikalardaki paralellikleri bilinmektedir. Bu politikadan dolayı Katar hedef alındıysa Türkiye`nin de sırada olduğu anlamı çıkmaktadır. Katar, Türkiye`ye nazaran kolay lokma mesabesindedir ve dış destek olmadan Arap tazyikine karşı duracak bir kapasitesi de yoktur.
Dolayısıyla burada akla ilk gelen şey, Türkiye-Katar askeri işbirliği anlaşmasının aslında bugün yaşananları dengelemeye dönük atılmış bir adım gibi durduğu ihtimalidir.
Türkiye Katar`a destek vermezse, Katar`ın direnme şansı hiç yok. Katar Suudi`ye boyun eğerse, Türkiye geride kalan tek müttefiğini de kaybetmiş olur.
Bu durumda Türkiye Katar`a yardım mı edecek; Yoksa Suudileşmeyi mi tercih edecek?
Bekleyip göreceğiz.