• DOLAR 32.548
  • EURO 34.924
  • ALTIN 2436.518
  • ...

“Mucize” yakıştırmasının oldukça mübalağalı bir ifade gibi durduğunun farkındayım. Lakin İslami oluşumları ezmek adına ümmet içerisindeki ana aktörlerin ABD/İsrail koordinatörlüğünde “ittifaka” doğru adım attıkları bir süreçte Katar üzerinden yaşanan ayrışmanın Müslüman halk kitlelerinin uyanışına vesile olmaya aday bir duruma tekabül etmesi, bir tür “mucize” olarak beliriverdi.

Ana aktörlerin büyük oranda ve batıl üzerinde “ittifak” kurma girişimleri, söylemde Şia karşıtlığıyla üretilen “mezhepçi fitne”, eylemde ise mutedil Sünni İslami hareketleri de kapsayan aslında mezheple de hiçbir ilişkisi bulunmayan küresel ajandanın geniş kapsamlı dizayn çabalarından başka bir şey değildi.

Burada dikkat çekici iki önemli husus göze çarpmaktadır:

Birincisi; Sünni zemini dolgu malzemesi olarak kullanmaktan hareketle İran/Şii karşıtlığı üzerinden üretilen mezhepçi paradigma faktörü,

İkincisi; Ümmet namı hesabına aktörlük sahasını işgal eden kukla güçlerin “Batıl/Dalalet” üzerine ittifak içerisine girme tehlikesi.

Siyasi/askeri hesaplara dayalı küresel çetenin ajandasını uygulamak adına Sünni dünyasını motorize etme girişimleri, son yıllarda müthiş bir mezhep dopingine dönüşmeye başlamıştı. İslami hassasiyetlere bile sahip olmayan bir sürü topluluğun mezhep hassasiyeti karşısında keskin kılıca dönüşmesi, Şii`siyle Sünni`siyle beraber bir tür “mezhep fetişizmi” olarak karşımıza çıkmıştı. Karşılıklı gelişen bu fetişist yaklaşım, en son Trump`ın Arabistan soygunuyla birlikte adeta zirve yaptı.

Öyle bir mezhep fetişizmi baş göstermişti ki, hedef listesinin birinci ve ikinci sırasına yerleştirilen Hamas ve İran`la ilişkisi bile bulunmayan İhvan gibi mutedil Sünni hareketlere karşı yürütülen kirli manevralar bile sorgulanabilir olmaktan çıkmıştı. Çünkü yerleştirilen anlayış mezhep odaklıydı ve mezhep denince “mü`min feraseti” namına ortada hiçbir şey kalmamaktaydı. Hamas veya İhvan`ın Sünni oldukları gerçeğini bile kitleler sorgulayacak ferasetten yoksun hale getirilmiş durumdaydı.

Şu ayeti hepiniz bilirsiniz;

"Onlar hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i Allah'ı bırakıp rabler edindiler. Halbuki onlar yalnızca bir tek ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. O, onların ortak koşmalarından yüce ve münezzehdir." (Tevbe: 31)

Yaşanan vahim durum, belki “din adamlarını” rab/ilah edinme şeklinde değildi. Ama “mezhep fetişizmi” tipik Yahudileşme/Hristiyanlaşma temayülü olarak tam da bu tehlikeli duruma tekabül edecek hale gelmişti. Bunun diğer açık bir ifade şekli ise “Dalalet” üzerine birleşme tehlikesi idi.

Açıkçası son süreçte yaşanan dramatik hadiseler ve bunların acı tablolar şeklinde yansımaları nedeniyle ÜMMET resmen “Dalalet” üzerine birleşmenin tam kıyısında bulunmaktaydı.

Hani Resul-ü Ekrem diyordu ya, “Ümmetim asla dalalet üzerine birleşmez” diye. Şu anda Katar üzerinden yaşanan ayrışma, belki belirttiğim tehlikeleri tümüyle bertaraf etme kapasitesine sahip değildir. Ancak “Sünni/Arap ekseninin” önemli bir bileşeni olarak Katar üzerinden başlayan ayrışma hem köpürtülen “Mezhep fetişizmine”, hem de “Dalalet” üzerine ittifak girişimlerine çomak sokan önemli bir işleve dönüşmüştür.

 

“Mezhep fetişizmine” esir düşen nice kitleler, Katar vesilesiyle meselenin aslında hiç de ezberletildiği gibi mezhep meselesi olmadığını sorgulama fırsatına kavuşmuş bulunmaktadırlar. Özellikle Suudi Amerika`nın Katar için hazırladığı ödev listesinin başında Hamas ve İhvan`la mücadele şartlarına yer vermesi sorgulama yetisinin devreye girmesi adına önemli bir etken oluşturmuştur.

Belki Katar direnmekten vazgeçer, belki devam eder, belki de bir darbe komplosuna kurban gider, bilinmez. Ama yaşanan son durum “Cin artık şişeden çıkmıştır” deyimini karşılayacak bir hal almıştır.

Küçük Körfez ülkesi olarak Katar`ın çektiği rest, bu anlamıyla belki mucizedir, belki de

“Dalalet” üzerine birleşilemeyeceği gerçeğinin anlaşılmasına sebebiyet vermiştir.