• DOLAR 32.45
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...

Literatürde liyakat kavramı; "Bir işi hakkıyla yapabilmek için gerekli niteliklere ve donanıma sahip olmak" olarak tanımlanmıştır. İslam dini başta idarecilik ve kamu görevleri olmak üzere toplumsal boyutu olan her türlü işi birer emanet olarak nitelemektedir. Hem toplumsal sorumluluklar, ancak iki özelliği taşıyan kişilere verilebilir. Bu iki özellik şunlardır:

1.Üstlendiği görev için gerekli özelliklere sahip olmak anlamındaki ehliyet

  1. Bu görevi İslam'ın getirdiği evrensel ilkelere göre en iyi şekilde yerine getirmek anlamındaki adalettir.

   "Şüphesiz ki Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder" (Nisa: 58) buyrulmaktadır. 

Bu ayet, toplumsal görevler ve sorumluluklara hâkim olması gereken emanet, ehliyet ve adalet ilkeleri arasındaki ilişkiyi açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Liyakat ise bir görev veya sorumluluk hakkında hem ehliyet hem adalet özelliklerini taşımaktır. Bir başka deyişle liyakat, bir görev veya  sorumluluk hakkında gerekli özellikleri taşıyan kişinin, bu görev ve sorumluluğu İslam'ın getirdiği ilkelere bağlı kalarak yerine getirebilmesidir.

   Bir işi yapabilmek için yeterli ve gerekli özelliklere sahip olmayı ifade eden liyakat kavramı,  toplumsal hayatın barış ve huzur içinde sürdürülebilmesinin en önemli şartlarından biri olsa gerek... Hak ve adalet ilkeleri çerçevesinde sosyal hayatta dirlik ve düzenlilik tesis etmeyi hedefleyen İslam, başta kamu görevleri olmak üzere liyakat temelli bir görev dağılımını, bu gayeye ulaştıracak en etkili yol olarak ortaya koymaktadır.

  İnen bu ayet,  Allah Teâlâ'nın Hz. Peygamber'e ve bütün Müslümanlara kan bağı, yakınlık, arkadaşlık, aynı bölgeye veya ırka mensup olma gibi sebeplerle görev ve sorumlulukların dağıtılmasını, adam kayırmayı, sırf şahsi yakınlık ve tanışıklık sebebiyle ehliyetsiz kişilere yetki ve makam verilmesini yasaklamakta; bir işi  liyakatle yapabilecek kim varsa, ırkına, bölgesine ve ailesine  bakılmaksızın ehil olana verilmesini emretmektedir.

   Resul-i Ekrem'in, "Bir iş, ehli olmayana emanet edildiğinde kıyameti bekle" hadisi görev ve sorumlulukları liyakat sahibi olmayanlara vermenin toplum için ne kadar büyük bir yıkıma sebep olacağına işaret eden bir hadistir. Ebu Zer el- Gıfari(r. a.)Hz. Peygamber'den vergi memurluğunun kendisine verilmesini isteyince dostuna; "Ey Ebu Zer! Sen güçsüzsün; bu iş bir emanettir, emanet üstesinden gelemeyen kimse için kıyamet gününde zillet ve perişanlık doğurur" (Müslim) buyurarak yöneticinin sorumluluğunun ve vebalinin büyüklüğüne işaret etmiştir. İslam uleması siyasi önderlik dahil, bütün kamu görevlerinin liyakat sahibi kimselere verilmesi yönünde içtihatta bulunmuşlardır. Bu ölçüyü gözeten ulema, devrin iktidarlarının eliyle ezaya uğramış, zindana atılmış ve bu hakikat uğruna şehit edilmişlerdir.

   Emanetlerin liyakat sahiplerine verilmesi ve insanlar arasında adaletle hükmedilmesi yönündeki emirler hayatın her alanında müminler için yol gösterici birer ilke olsa da bilhassa yönetici atamalarında bu husus daha fazla önem kazanmaktadır. Zira yönetici karar veren, aldığı kararlarla önemli sonuçların doğmasına sebep olan kişidir. Bir toplumda adaletin tecelli etmesi ve güç kullanımının ortadan kalkması ancak o toplumda yönetimin liyakat sahibi insanların elinde bulunmasıyla mümkün olur.

  Kur'an-ı Kerim'de devlet adamları için "ülü'l-emr " (yönetimde olanlar)ifadesinin kullanılmış olması tesadüf değildir. Burada "emr"  kelimesi öncelikle devlet işi yani idari ve siyasi görev olarak yorumlanmıştır. Liyakat sahibi yönetici, kişisel çıkar gözetmeden toplumun ortak yararı için hizmette bulunacağı gibi, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim tarzını benimsemek zorundadır. Aksi durumda meşruiyeti sorgulanır olur.

  Hz. Peygamber(s. a. v) buyurdular: " On kişi üzerinde bile olsa, yöneticilik yapmış olan her insan kıyamet gününde Allah'ın huzuruna elleri boynuna bağlı olarak gelir. Sonra da ya adaleti sayesinde kurtulur veya haksızlık etmiş olduğu için mahvolur."