• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Şu gerçeği görmemiz ve olduğu gibi kabul etmemiz gerekiyor: Hiçbir İslam ülkesi yoktur ki, doğrudan veya dolaylı bir şekilde küfrün silahlı, ekonomik, kültürel ve siyasi işgali ve kuşatması altında olmasın. Ambargolar ise, zaten düşmanın artık sıradanlaşan kesintisiz saldırılarındandır.

İslam ülkeleri ve dolayısıyla Müslümanlar olarak diğer bir gerçekliğimiz ise, liderlerimizin de düşmanlarımızın bu saldırı, kuşatma ve işgal eylemlerinin gönüllü savunucuları olmaları veya zorunlu birer parçası yapılmalarıdır. İktidarlarını, güçlerini ve meşruiyetlerini halklarının iradelerinden almayan liderlerin düşmanlarımızın bize karşı giriştikleri eylemlerin bir parçası olmaları tabii ki, ihanettir ve kabul edilemez, ama anlaşılır bir durumdur. Lakin iktidarlarını, güçlerini ve meşruiyetlerini tamamen halklarının iradesinden alan ve dışarıdan gelen her saldırıya karşı kendi halklarının ölümüne desteklerini alan liderlerimizin bile kimi zaman kendi rızalarıyla ve kimi zaman da dayatmalar sonucunda düşmanlarımızın bu saldırılarının bir parçası olmaları, ümmet olarak halimizin vahametini göstermeye yetiyor.

Dikkat ederseniz, bu gerçekliklerimizin her biri aynı zamanda büyük bir musibettir de.

Hepsinden de büyük musibetimiz ise, âlimlerimizin, aydınlarımızın ve kısaca düşünenlerimizin neredeyse hepsinin yükümlülüklerini yerine getirmenin oldukça uzağında olmaları, daha açık bir ifade ile onurlu bir duruştan yoksun olmalarıdır!

Düşmanlarımızın bütün bu saldırılarına, kuşatmalarına, işgallerine ve ambargolarına ek olarak bizim yukarıda değindiğimiz olumsuzluklarımız, İslam ülkelerinin birbirilerini düşman veya en azından bir tehdit olarak görmeye yetiyor ve artıyor bile. İslam ülkeleri kendi içlerinde de adaletten çok zulüm üreten özellikleriyle öne çıkmaktadırlar. İslam ülkelerinin karşılıklı vize uygulamaları ve ticari ilişkileri bile onların gayrimüslim ülkelerle olan vize uygulamalarıyla ve ticari ilişkileriyle kıyaslanamayacak kadar geridir ve dahası onur kırıcıdır. Yöneticilerimiz, âlimlerimiz, aydınlarımız ve kısaca düşünenlerimiz hep bir ağızdan “neden bu haldeyiz?” diye sorup yükümlülüklerini kuşanacaklarına, kendi vatandaşlarına daha fazla baskı uygulamaya ve birbirileri ile olan ilişkilerini daha bir azaltmaya gidiyorlar.

Örneğin, geçen yüz yıl içinde iki kez dünya savaşı çıkarıp birbirilerinden on milyonlarca insan öldüren Avrupalılar bile aralarındaki sınırları kaldırıp birlik dahi kurarken, yüzlerce yıl beraber yaşayan ve dahi aynı dinde olan Müslümanlar, geçelim asgari düzeydeki bir insani veya asgari düzeydeki bir komşuluk muamelesini, sınırlarını karakollarla, mayınlarla ve tel örgülerle donatıyorlar. Bu ülkelerden biri de ne yazık ki, Türkiye’mizdir. Yüz yıldır bizi gerçekten de insanlığımızdan eden bu inkârcı rejimin kökünü kurutmak yönünde çaba göstermemiz gerekirken, neden tahkim ettiğimizi soran, sorgulayan ne bir âlimimiz, ne bir aydınımız ve ne de bir siyasimiz vardır!

Türkiye böyle bir halde olmasına ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan da yukarıda saydığımız bütün bu olumsuzlukların hemen hemen hepsiyle malul olmasına rağmen, gerek bazı söylemleri ve gerekse bazı icraatları onu birkaç adım öne çıkarıyor ve hatta Müslümanlar arasında bir ümit haline bile getirebiliyor.

Çünkü Müslümanlar, en az son iki yüz yıldır o kadar ezdirilip harlanıyor ve aşağılanıyorlar ki, içlerinden birinin düşmanlarımızın vahşi yüzlerine karşı, “one minute” ve “dünya beşten büyüktür” şeklinde haykırmaları bile ümitlerini ayyuka çıkarmaya yetiyor.

Dolayısıyla Erdoğan, dünyayı fesada ve kana boğanların bu aralar birbirileriyle uğraşıyor olmalarını da fırsat bilerek Müslümanların birbirileriyle normalleşmelerine katkıda bulunabilir. Siyonist işgal rejiminin, kendi işgal ve yayılma politikalarına boyun eğdirmeyi normalleşme diye dayatıp İslam ülkelerini birer birer etkisiz ve işlevsiz hale getirdiği bir esnada, “ben Müslümanım” diyen liderlerin de kendi aralarında normalleşme yönünde harekete geçmeleri gerekmez mi? Tabii, normalleşmeye kendi vatandaşlarından başlamaları gerekir. Çünkü kendi vatandaşlarıyla normalleşme oranı ve başarısı komşularına tellerle örülü, mayınlarla döşeli ve karakollarla dolu sınırlar olarak değil, kardeşlik olarak, barış olarak ve selam olarak dalga dalga yayılacak ve ümmetin soluyan ümitlerine bir rahmet olacaktır.

İslam ülkeleri arasında normalleşmeye gitmek, Erdoğan’ın görevi olduğu kadar, diğer liderlerin ve dolayısıyla hepimizin görevidir. Bundan başka bizi bu zilletten çıkaracak yol yoktur!