Siyaset, halkın onayını almak mıdır?
İslam, henüz Mekke Devri’nde halkın, inanç, düşünce ve niteliğine bakmadan sosyal sorunlarla ilgilendi.
Medine Devri’nde ise örnek bir Müslüman toplum oluştu. Halkın görüşü, Mescid’de hazır olan herkesin tabii olarak meclis üyesi sayılması boyutunda değer kazandı.
Hz. Peygamber salallahü aleyhi vesellem’den sonra “Medine ehli”nin görüşü delil kabul edildi. Sair Müslüman şehirlerde de “Ümmet ruhu” diyebileceğimiz bir “Müslüman vicdanı” oluştu.
Sıklıkla dezenformasyona uğrasa da Müslüman şehirde haktan yana bir kabul gelişti. Dolayısıyla siyasi dayanakları İslam olan yapılar, halkın görüşünü geçmişten bu yana önemsiyorlar. Moğol istilası sonrası imparatorlukların aksi yöndeki bütün uygulamalarına rağmen Müslüman halk da siyasete müdahaleyi hak olarak görür, siyasetle ilgilenir.
Orta Çağ Avrupası’nda durum farklı. Halk siyaseti genellikle, yöneten sınıfın işi olarak görmüştür. Bugün bile Avrupa’da seçimlere ve siyasete karşı ilgisizlik, Batı’nın bu yöndeki kökleri ile ilişkilendirilebilir.
Orta Çağ Avrupası, İslam’a ait her şeye karşı olunca Yahudiler, Endülüs’ten Avrupa kentlerine dağıldıklarında siyasette istişareden değil, Eski Yunan demokrasisinden söz ettiler. Batı’nın siyasetinde kendilerine yer açmak için öyle uzak bir kökü güncelleme yoluna gittiler. Neticede Batı siyasetine halkın önemsenmesi hatta her şeyin halkın onayı üzerinden ifadesi genel kabul hâline geldi ve bu deneyim, Batı’dan bütün dünyaya taşındı, küresel bir eğilime dönüştü.
Bu eğilimin devam ettiği günümüz dünyasında siyaset, halkı önemser, başarısını halkın onayı ile ölçer. Oysa halkın onayı, bugün için asla hakkın onayı değildir.
Her şeyden önce tarihten anladığım kadarıyla bir ihya hareketi, ne ölçüde etkili olursa olsun, nihayetinde çeyrek yüzyılla kırk yıl arasında bir sürede tabii olarak aşınıyor.
Yüzyıllarca ihmal edilen Müslüman toplumun, son yüzyılda yaşadığı ise bu tabii aşınmanın çok ötesindedir. Müslüman toplum, dönüşüme tabi tutuldu. Bir önceki yüzyılda Müslümanlar arasında üretilen siyasi yapı, halkı kendisine benzetti. Halkın dimağını kirletti, görüşünü bulandırdı.
Bugün gelinen noktada halkın en az çeyreği, doğruluktan yana bir siyasetten yana değildir. Siyaset, onun için bir çıkar işidir. Bu nedenle, helal haram kaygısı olmayan, dolandırıcılığı, soymayı siyasetin tabii bir etkinliği olarak gören siyasetçilere yakın durur.
Halkın bir o kadarı da tamamen baskın eğilime bakar, baskın eğilimi “hak” gibi görmek ister, ondan yana tavır koyar ve yanlışlara yönelmiş, yolsuzluğa bulaşmış siyaset, gücünü bu iradesiz kesimle pekiştirir.
Halkın bir kesimi de siyasete karşı lakayt olunca siyaset ve doğruluk arasında ilişki kuran halk kesimi, yüzde yirmilere kadar bile geriler. Kendilerini doğru veya yanlış, inandıkları doğrulara adayarak siyaset yapanlar, çoğu zaman bu beşte birlik kesimin desteğini almaya çalışır. Bu da söz konusu kesimin onayını almayı oldukça güçleştirir.
Siyaset bir mekteptir. Siyasilerin toplumu tanımalarına, topluma seslenmeyi ve toplumu yönlendirmeyi öğrenmelerine vesiledir.
İslâmî siyaset, toplumu yönetmeyi şuur ehli Müslümanların vazifesi ve hakkı olarak görür. Toplumun sorunlarıyla ilgilenmek ile toplumun nitelikleri arasında doğrudan bir ilişki de kurmaz. Kendisine toplumu yönetme vazifesi verilmiş olmakla, kendisini toplumun sorunlarıyla ilgilenme zorunluluğunda görür.
Onun “Toplum bozuldu, toplum yanlışın yanında öyleyse ben topluma duyarsız kalayım” demek gibi bir duruşu olamaz. Zira bu, vazifeden kaçıştır. Bu, İslam’ın öncesine geçip nihayetinde Mekke’deki Haniflerin etkisiz rolünü üstlenmek olur ki Hz. Peygamber’le birlikte o rol, inanan insan için asla kabul edilemez.
Siyaset yapmak, ilk anda, halkın onayını almak değil, hakkın yanında yer alacak halk kitlesini büyütme yönünde faaliyet göstermektir, imkânlarını bu yönde seferber etmek ve bu yöndeki dış imkânlardan azami ölçüde yararlanmaktır.
Bu, bütün Peygamberler ve onlara hakkıyla iman edenlerin temel etkinliğidir. Bu etkinliğin başarıya ulaşması için gayret gösterilir. Bu gayret kimi zaman dünyevi bir zafer getirir, kimi zaman getirmez. Ama kesinlikle bu gayretin akıbeti yüce bir mükafattır.