Manevi boşluk ya da manevi öndersizlik!
Manevi boşluk, bir yanıyla seküler yaşam tarzı; diğer yanıyla seküler olmayan kesimlerin manevi tatminden uzaklaşması ile ilgilidir.
Seküler yaşam tarzı; açgözlülükle başlar, tatminsizlikle yol alır, duyarsızlıkla sona yaklaşır, anlamsızlıkla neticelenir. İfade açıklamaya gereksinim duymuşsa seküler bir yaşam tarzına yönelen insan; ilkin dünyevilik adına ne varsa ona sahip olmak ister, bir süre sonra neye sahip olursa olsun doyuma ulaşmadığını fark eder ama peşi sıra dünyaya karşı dahi duyarsızlaşmaya başlar. Nihayetinde o, sadece kendi varlığını değil, bütün hayatı anlamsız bulur. Bu seküler bunalım, kayda değer bir toplum kesimine yayıldığında devasa bir toplumsal bunalım atmosferi oluşur.
Seküler bunalıma karşı rehabilitasyon mahiyetinde; kendisi dışındakileri doğru tahlil kabiliyetini, bu anlamda idrakini yitirinceye kadar arzularını coşturma, ulusalcı modern efsanelerle avutma, doğaya yönlendirme, hayvan sevgisi ile tatmin etme, gösterişe açık bazı yardım çalışmalarına katma, vakit doldurmaya yönelik sanat ve sergilere alıştırma, farklı spor dallarıyla uğraştırma, psikiyatrik tedavi gibi farklı yöntemlere başvurulur.
Lâkin pek çok birey ve genel olarak seküler kitle için bu yöntemler de özellikle dindarane huzurun görünür olduğu bir ortamda iş görmeyebilir. Buna karşı geliştirilen en yaygın yöntem; seküler insanın seküler olmayana karşı nefret duygularıyla doldurulması, o nefret duyguları üzerinden mücadele alanına yöneltilmesi ve yine onun üzerinden hayatına bir anlam yüklemesine zorlanmasıdır.
Böylece seküler olan; seküler olmayanla uğraşıp onu yadırgayarak, kınayarak hatta ona açık baskılar yaparak hem kendini ayakta tutar hem sekülerlik dışında bir çıkış kapısının bulunmadığına dair bağnazlık noktasında ikna olur. Bununla birlikte seküler olmayanı sekülerliğe çekmek gibi militanca/askerce bir vazife de görür.
Öte yandan sekülerlik bir atmosfere dönüştüğünde sadece seküleri bunaltmaz, seküler olmayanı da etkisi altına alarak onu kendi bunalım dairesi içine çeker ve huzursuz eder.
Seküler yaşam tarzı, arzulara hitap etmesiyle özü itibariyle seküler olmayan bir yaşam tarzını taciz eder. Buna bir de seküler kesimlerin baskısı da eklenince seküler atmosfer, seküler olmayanı iyice bunaltır, tutarsızlık ve huzursuzluğa sevk eder.
Sekülerlik; seküler olmayanın dönüşümü açısından sekülerleşme sürecine giriş evresiyle kendini gösterir. Bu evre, sosyal çevre duvarının aşılması olarak nitelendirilebilir. Bu ara devre, seküler olmayan için bir ikilem evresidir.
Sekülerliğe doğru irtifa kaybeden kişi, henüz eski dünyasından kopmamış, yöneldiği dünyada da ne bulacağı konusunda ikna olmamıştır. Bu köklerinden kopuş ve belirsizliğe doğru yol alış vaziyeti, evreyi karanlık ve sisli bir koridora dönüştürür. Kişi bu koridorda, türlü endişeler hissedip bunalımlara sürüklenir.
Bu koridora giren birey, bir yanıyla köklerinin dindar insanları, diğer yandan sekülerler tarafından kınanmakla yüz yüzedir. Bu da onu bu bir tür fetret evresinde sahipsiz, dolayısıyla güvensiz bırakır, mutsuzluğunun dışa vurmasına neden olur.
Seküler olana en yakın seküler olmayan da bu evredeki huzursuz, güvensiz, mutsuz kişilerdir. Seküler olan, çoğu zaman onların yüz ifadelerine ve duygularına bakarak aslında dindar insanın kendisinden mutsuz olduğunu, dolayısıyla dindarlığın bir mutluluk sığınağı olmadığını düşünür. Varlığını dünya hayatından ve dünya hayatını da “mutluluktan” ibaret bilince dindarlıktan uzak durmanın kendince sebeplerine ulaşır. Dindar insana hatta dinin kendisine dair uydurduğu tutarsızlık ve huzursuzluk hikâyelerini hep o fetret devresindeki kişilerde bulur. Uzak durmakla kalmaz, nefrete yönelir. Nefret konusu misallerini de yine o arada kalmış, huzursuz, mutsuz kişilerden getirir.
Fetret koridorundaki kişilere en çarpıcı örnekler ise günümüzün dünyasında özellikle “muhafazakâr tatil beldeleri”ne yönelen kimi dindar kişilerdir. Onların resimleri, sözü edilen fetret evresinin en çarpıcı görüntüleri arasındadır. Bu resimler; seküler nefret içinde olana, yadırgama, kınama ve hakaret etme için büsbüyük bir fırsat sunar. Sekülerin, bu dışlayıcı tutumu, kimi zaman fetretteki dindarı özüne doğru yeniden yönelişe sevk eder, kimi zaman ise onun fetret devresini bir tür koşarak geçip sekülerliğe sığınmasına neden olur.
Ama bilinen bir hakikattir ki dindarlığı hakkıyla tatmış olan birinin seküler bir yaşamdan tam bir keyif alması neredeyse imkânsızdır. Bunun için dindar bir yaşam tarzından kopuş aşamasındaki kişiler, psikiyatri polikliniklerinin müdavimleri arasındadır.
Toplumdaki manevi boşluk da çoğu kez onların hayat hikâyeleri, günlük tutumları, söylemleri üzerinden dikkat çeker ve gündem olur.
MANEVİ BOŞLUK ORTAMI
Bu tabloya bakılarak manevi boşluğun sadece seküler yaşamla ilgili olduğu düşünülmesin, başka bir ifadeyle ibadetlerin şeklen icra edildiği, vaaz ve nasihatin yaygınlaştığı ortamlarda manevi boşluğun olmayacağı akıllara gelmesin.
Bizim için sınırsız bir laboratuvar mahiyetinde olan İslam tarihi incelendiğinde dini ilimlerin oldukça yaygın olduğu, ibadetlerin de aynı yaygınlıkta icra edildiği evrelerde dahi manevi boşluk sorununun bulunduğu anlaşılacaktır. Nitekim İmam Gazzâlî’nin manevi boşluğa düşmesi, öyle bir evreye rastlamaktadır.
Gazzâlî, gün boyu İslâmî ilimler evreninde yaşamakta, rutin ibadetlerini de hiç aksatmamakta idi. Buna rağmen manevi boşluğa düşmüştür. Zira işlevi ruha seslenmek olmayan ilimler, bir yanıyla dünyevidir ve ruhsal dinginlik hâsıl etmez. Gazzâlî bu bağlamda sarf ve nahiv bir yana fıkhın dahi dünyevi yanına dikkat çeker.
Manevi boşluk daha çok seküler yaşam tarzının ve o tarza özenmenin eseridir. Ama dindarane yaşam tarzının da manevi boşluğun toplumsal bir görünürlük kazanmasının önüne geçse de bireyler bazında hep engellemediği bilinmelidir.
Özellikle dindarane yaşam tarzının rutinleşmesi, yapaylaşması ve maneviyat ötesi bir takdir görüp dünyevi bir kazanç sağlaması durumunda manevi boşluk, dindarlığa rağmen artmaktadır.
Zira rutinleşme ve yapaylaşma öz kaybına yol açarken dindarlık ile çıkar arasında bir ilişkinin başlaması samimi ama şuur sorunu yaşayan dindarlarda bunalım üretkenliğine yol açar.
Lâkin dindar bir ortamda manevi boşluğun en önemli sebebi bireyselleşme/bireycileşme başka bir ifadeyle kişinin dindarlığı tek başına yaşaması yoluna girmesidir.
Bu durumdaki kişinin hem kendisine yönelen seküler yadırgama, dışlanma ve baskıya karşı koyması hem kendi sorunlarıyla bir başına mücadele etmesi gerekir. Bu da çoğu zaman kişilerin gücünü aşar, onların yenilip özlerini yitirmelerine neden olur. Bunun için sekülerleştirilmek istenen toplumların bağları çözülerek bireyciliğe zorlanması yönünde projeler hep öne çıkmaktadır.
MANEVİ ÖNDERSİZLİK
Dindar birey için değil ama dindar toplum için bir başına manevi boşluktan söz edilemez. Dindar toplum için manevi boşluk; manevi öndersizlik ve bundan kaynaklı maneviyatsızlığa sürükleniş ortamıdır.
Maneviyatsızlığa sürükleniş; maneviyatın sosyal ve siyasal yaşam üzerinde etkisini yitirmeye yüz tutması, değersizleşmesi, küçülmeye yüz göstermesidir. Manevi öndersizlik ise manevi yaşam tarzı ile örnek olan şahısların azalması ya da tükenmesidir.
Dindar birey için manevi öndersizlik ve maneviyatsızlığa sürükleniş koşulları, seküler bunalıma ve sekülerliğin kendisine doğru bir itiş oluşturur. Onun hemen karşısında seküler yaşam tarzının arzulara hitabı ise idraki ve nihayetinde iradeyi aciz bırakan bir çekim meydana getirir. Bu itiş ve çekim, birlikte işlediğinde dindar insan arada sıkışıp kalmakta ve bunalıma sürüklenebilmekte, acil ve sistematik bir manevi desteğe ihtiyaç duymaktadır. Bu noktada manevi destek, savaş alanında yaralılar için kurulan hastanenin işlevinden farksızdır. Ki o hastanenin kurulmaması, yaralıları ölüme terk etmek gibidir.
Bu hâl karşısında, manevi önderlik iddiasındaki kimselerin dünyalık konusunda seküler olanlarla yarışmaları, dindar insanı sekülerliğe sevk edişte önemli bir paya sahiptir. Zira hekim konumundaki kişi, ilaç verme umuduyla kendisine yönelene panzehiri nadir bulunur bir zehir sunmaya başlamıştır.
Manevi önderin en önemli vasfı zühd ehli olmasıdır. Zühd, kişinin varlıklı olmakla birlikte dünyaya meyletmemesidir.
Hâlbuki bugünün dünyasında manevi önderlik iddiasındaki nice kişi, varlık sahibi olmadığı hâlde dünyeviliğe yönelmekte ve dünyeviliği kat kat yaşamaktadır. Üstelik bunu ıslah için aldığını bireysel yaşam tarzına harcayarak yapmaktadır.
Bu, onu sadece manevi önderlik makamından uzaklaştırmamaktadır. Aynı zamanda binaları sellerle sürükleyip yıkan zemin kayması misali, toplumu sekülerliğe sevk eden bir itici unsura da dönüştürmektedir.
Bugünün seküler atmosferindeki sıradan dindar; bu hususta hakikaten güç durumdadır ve bugün bu tür tiplere rağmen maneviyatını sürdürenler hakikaten muzaffer kişilerdir. Zira bugünün dünyasında seküler olan, seküler olmayanı kendisine benzetmek için aralıksız bir uğraş içinde iken ve bu sahada muazzam imkânlara sahip iken onu seküler olandan koruyacak kişiler de kendisini sekülerliğin önüne atmakta, ona yem yapmaktadır.
Bu, İslam ümmeti açısından çok hazin bir tablodur. Bu tablonun gerçekliğini merak eden, manevi önderlik iddiasındaki pek çok şahsiyetin yaşam tarzına bakabilir. Ne yazık ki kahredici bir tutumla çoğu zaman “Manevi sultanımız, en büyük nimetleri hak ediyor!” şeklindeki cehalet ürünü, avami yaklaşım, o havastan şahsiyetlere galip geliyor.
Bu durumda onlar, kendilerine yönelenleri maneviyat konusunda yönetmektense onlara yönelenler, onları yönlendirip dünyevileştiriyor. Bu, önderliğin tersyüz olmasıdır ve kendilerini bu terslikten kurtaran şahsiyetlerin artık menkıbelerde kalması, İslam aleminin en hazin hâllerinden biridir.
Ama hamd olsun ki Müslümanların önemli bir bölümü, bu terslikten uzak, yeni nesil önderlerin sözleri ile mutabık, mütevazı yaşam tarzı sayesinde kendilerini bu fitneden koruyabilmektedir. O tür Müslüman önderlerin karalanması ya da toplum dikkatinden uzak tutulması ayrıca üzerinde durulması gereken bir husustur.
MANEVİ YAŞAMIN YENİDEN İHYASI
İslam dünyasında dünyevi yaşamın yaygınlaştığı bir süreçte çilehanelerin “müzelik” olması, anlaşılmaz bir çelişkidir.
O çilehaneler, Müslümanların âlimleri ve idarecileri ile lüks yaşam tarzına yöneldikleri bir zamanda dünyalığa sırt çeviren İbrahim b. Edhem gibi fedâkâr şahsiyetlerin mekânıydı. Onlar, samimiyetlerini dünya nimetlerinden uzaklaşarak ispatlamış, o hâlleriyle Müslümanların dengeli bir yaşama yönelmesine önderlik etmişlerdi. Dolayısıyla dünya nimetlerini tatmak konusunda dünya ehli ile asla yarışmamışlardı. Aksine dünya nimetleri konusunda kendini kısıtlamanın misali olmuşlardı.
Manevi hayatın ihyası sadece vaaz ve nasihatle ya da İslâmî ilimlerin yaygınlaştırılması ile mümkün olmaktan uzaktır. Böyle bir ihya, ancak dünyaya sırtını dönmeyi başaran örnek manevi önderlerin yeniden yetişmesi ve onların örnek yaşamının toplum tarafından duyulacak kadar dikkat çekmesi ile mümkündür.
Burada hedeflenen dünyaya sırtını dönmüş bir İslam âlemi değildir. Aksine İslam âleminin dünyasını da güzelleştirmek için dünyaya sırtını dönmüş önder şahsiyetlerin yetişmesidir.
Önder şahsiyetler, kendilerini dünya nimetlerinden uzak tutarken, dünyaya öncülük edecek büyük toplumların oluşumuna kılavuzluk eder, onları organize eder ve onlara yol aldırırlar.
İslam dünyası, bugün bunu yapacak şahsiyetler beklemektedir. Bizim, manevi boşluk diye tarif ettiğimiz aslında manevi öndersizlik ortamından öte bir şey değildir. Manevi önderlikler oluşunca manevi boşluk kendiliğinden kapanır.
Zira, bir itiş söz konusu olmadan tek başına seküler yaşamın çekimi, İslam toplumunu rayından çıkarma kuvvetinden yoksundur.