Ancak Düştüğümüz Yerden Kalkabiliriz
Her şey gücün, üstünlüğün, yenilmezliğin imanda olduğunu unuttuğumuzda başladı. Hatta asıl medeniliğin İslam'la mümkün olabileceğini unuttuğumuzda.
İşte o gün düşüşümüzü yaşamaya başladık üç kıtada birden.
Batının teknolojik ve bilimsel gücü karşısında acizliğimizi kanıksamıştık bikere. Sefirler yollamıştık bu kadar güçlenen adamlar nasıl yaşar, neyle meşgul olurlar diye.
Kitaplara sığdırılamayan Batı'nın içi kof, kokuşmuş bir medeniyetten ibaret olduğunu göremeyecek kadar kara bir sevdaya tutulmuştuk.
Bu sevda bizi onların bize uzattığı aynadan kendini izleyecek kadar küçülmeye götürünce Batıda okullar açıp, en zeki öğrencilerimizi eğitsinler diye göndermeye başlamıştık.
Bir zamanlar nasıl hukukun, ahlakın, ilmin, kültürün, teknolojinin, insani değerlerin merkezi olduğumuzu unutmuştuk bikere.
Dönen gençlerimiz Batının o bize aşağılayıcı bakışlarını yöneltmekten, üzerimizde entrikalar çevirmekten, Ülkenin kaynaklarını tarumar etmekten, inancımıza saldırmaktan başka bir şey yapmadılar. Hedeflerine, bizi bir yapan tüm değerlerimizi aldılar. Batının içimizdeki ajanları oldular.
Ne de olsa Batı medeniyetin zirvesindeydi ve her şeyiyle taklit edilmeliydi.
Batıdan eğitim alan elit, entelektüel kesim için Fransızca bilmek, piyano çalmak, fötr şapka takmak, Batılılar gibi giyinmek, onların adabı muaşeret kurallarını taklit etmek medeni olmanın ölçüsüydü. Batı bunları yaptığı için sanayisini geliştirmiş, bilimde ilerlemişti. İslami yaşam tarzı, geri kalmışlığın nedeniydi. Ülkenin kalkınması için tek bir adım atmayan, Batıya kurban edilmiş bu zihinler, en önemli kadrolara yerleşerek bizi Batıya amade eyledi.
Artık direnmenin bir anlamı yoktu.
Osmanlı üç kıtaya hükmedecek kadar kendisini yücelten İslam'a sırtını dönünce İslam da hüzün içerisinde bu beldeleri terk edip gitti. Geriye paramparça olmuş, aralarına tel örgüler örülmüş, din kadar yüceltilen milliyetçilik duygusuyla birbirine düşman edilmiş Müslüman halklar kaldı. Her bir İslam beldesinde kurulan rejimler Batının kültürel, ekonomik, askeri sömürüsünü daim kılacak şekilde organize edildi.
Artık ne rejimlerimiz bize aitti ne de yasalarımız. Özgür olduğumuza inandırıldığımız her karış toprak parçası hiçbir zaman haklarımızı tam olarak elde edemediğimiz beldelerdi. İslam topraklarına bombardıman yağdıran uçakların üsleriydik, limanlarıydık. Batı nereye savaş açacaksa yanındaydık. Medya ve Eğitim sistemimize zihinleri işgal görevi verilmişti.
Filistin davasına dahi sahip çıkamayacak kadar esaret altındaydık.
Gazze'deki kardeşlerimiz açken onlara soykırım uygulayan lanetli bir kavme askeri üs sağlayacak kadar, gıda, yakıt, su gönderecek kadar esaret...
Halbuki Batının esaretinden kurtulma ve yeniden ayağa kalkıp güçlenmenin yolu imanımızı yenilemekten geçiyordu. O zaman güçlenen imanımız bize Allah’tan başka hiç kimseden korkmamayı, tüm güçlerin Allah'ın yardımı karşısında aciz kalacağını öğretecekti.
İman bize Yahudi ve Hristiyanları dost edinmemeyi öğretecek, onların hilelerine karşı feraset kazandıracaktı. Bizi Batının çıkarlarına amade kılan her şeye meydan okuma gücü verecekti. Ama yapamadık.
Bizim yapamadıklarımızı iki ay içinde, ayaklarında terlik, üzerlerinde eşofmanla, günde birkaç hurmayla karnını doyuran, yıllardır açık hava hapishanesinde havadan, karadan, denizden ambargo altında olan HAMAS, dünyanın en teknolojik savunma sanayisine sahip ve 6 Batılı Ülkenin askeri yardımını alan israil canavarına karşı yaptı. İman karşısında demir kubbenin de MOSSAD’ın da bir hiç olduğunu gösterdi.
Eğer görebilirsek bize daha birçok şeyi gösterdi HAMAS ve sabır abidesi Gazze halkı...