Aile kurumumuz ciddi bir tehdit altında. Bu yılın aile yılı ilan edilmesi bu açıdan oldukça anlamlı. Ancak bu sembolik adım geçmişte yapılan hataların telafisini zorunlu kılıyor.
Ailelerin dağılması, genç nüfusun azalması ve uyuşturucu kullanımındaki artış geleceğimizi tehdit eden en önemli sorun haline geldi.
Uyuşturucu kullanımı şehirlerin ana merkezlerinde, parklarda, okullarda, sanat çevrelerinde gün geçtikçe yaygınlaşıyor.
Uyuşturucudan dolayı cinnet geçirip cinayet işleyenler, uyuşturucu parası bulamadığı için, hırsızlık yapanların, anne-babasını ve en yakınlarını öldürdüğü, her türlü çirkin suçlara bulaştığı haberlerini daha çok duyar olduk.
Bu yalnızca bireysel değil tüm toplumu etkileyen büyük bir travmadır.
Parçalanmış ve dağılmış aileler...Sebep aile bireylerinden birilerinin uyuşturucuya bulaşmış olması. Sorun sadece bireyi değil tüm aileyi ve çevresini de yıkıma sürüklüyor.
Bir yandan aile kurumumuzun yaşadığı çöküş, diğer yandan genç nüfusun azalması öte yandan uyuşturulmuş hiçbir hedef ideali olmayan ve geleceğe karamsar bakan bir gençlik!!!
Uyuşturucu bağımlılığı sadece bireyleri değil, istikbalimizi, istiklalimizi ve tüm toplumu olumsuz etkiliyor.
Aile faciaları, kadın cinayetleri, sokak cinayetleri...
Uyuşturucu bağımlılığının toplumsal travmaları, gelecekte tehlike altında olan aile kurumumuzu ciddi manada olumsuz etkiliyor.
Ailesiz toplum modeli ile birlikte uyuşturulmuş bir toplum modeline doğru sürükleniyoruz.
Uyuşturucu bireysel değil, toplumsal bir sorun haline geldi.
Bugün ne yazık ki hem ülkemizde hem de dünyada uyuşturucu kullanımı tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar artmış durumda. Bu artışın temelinde yalnızca kullanıcı sayısındaki çoğalma değil, aynı zamanda uyuşturucu türlerinin çeşitlenmesi ve erişim kolaylığı da yatıyor. Özellikle son yıllarda kimyasal yollarla üretilen sentetik uyuşturucuların yaygınlaşması, tehlikeyi daha da büyütüyor. Bu maddelerin hem daha ucuz hem de kolay temin edilebiliyor olması toplumu bekleyen büyük ve sinsi bir tehdidin habercisidir.
Uyuşturucuyla mücadeleyi yalnızca bir güvenlik meselesi olarak görmeyelim. Bu mesele, toplum sağlığını, geleceğimizi ve genç nesilleri tehdit eden çok boyutlu bir sorundur. Dolayısıyla çözüm de çok boyutlu olmalı. Sadece kolluk kuvvetlerinin ve yasal düzenlemelerin değil, aynı zamanda sosyolojik, psikolojik, kültürel ve iletişimsel boyutların da dikkate alındığı bütüncül bir mücadele anlayışı benimsenmelidir.
Ülkemizde 2017 yılı, aşırı dozdan kaynaklanan ölümlerin rekor seviyeye ulaştığı bir yıl oldu. Daha endişe verici olanı, 2017’de uyuşturucuya bağlı ölümlerin yalnızca yüzde 7’si sentetik maddelerden kaynaklanırken, 2022 yılında bu oran yüzde 56’ya yükselmiş durumda. Bu korkunç artış, sentetik uyuşturucuların ne denli tehlikeli ve yaygın hâle geldiğinin somut bir göstergesi.
Cezaevlerinde de tablo oldukça çarpıcı. Şu an cezaevinde bulunan mahkûmların yüzde 36’sı, yani yaklaşık 120 bine yakın kişi, uyuşturucu suçlarından dolayı hüküm giymiş durumda. Bu oran, uyuşturucunun yalnızca bireyleri değil, adalet ve güvenlik sistemimizi de zorlayan bir boyutta olduğunu gözler önüne seriyor.
Uyuşturucu ile mücadelede en önemli adım, neden-sonuç ilişkilerinin doğru tespit edilmesidir. Uyuşturucuya yönelten sosyal, ekonomik ve psikolojik nedenlerin iyi analiz edilmesi, bu doğrultuda koruyucu ve önleyici politikaların hayata geçirilmesi gerekir. Bu kapsamda özellikle iletişim, mücadelede hayati bir rol oynar. Aile içi iletişim, çocukların ve gençlerin uyuşturucuya karşı en güçlü kalkanıdır. Ailede başlayan sağlıklı iletişim, çocuğun çevresel tehditlere karşı direncini de artırır.
Bu mücadele yalnızca bir kurumun, bir bakanlığın ya da kolluk gücünün görevi değil. Bu, toplumun ortak meselesidir. Her birey, her aile ve her kurum bu mücadelede sorumluluk üstlenmeli, değerleri ile barışık, maneviyattan beslenen, sağlıklı iletişim kanalları kurulmalı, bilinçlendirme çalışmaları artırılmalıdır.