Suriye'de kurulan geçici hükümete karşı özellikle bölge ülkelerinin bir kısmının uyguladığı bariyer ve 'bekle gör' politikasında çok ciddi bir değişiklik görünmüyor.

Ahmet Şara ve ekibinin özellikle Körfez ülkelerine yönelik tutumu ve sıcak yaklaşımı büyük oranda bu bariyeri yıkmaya yöneliktir, bu çerçevede ziyaretler yürütüyorlar. Önce Dışişleri Bakanının, ardından da Ahmet Şara'nın Suudi krallığına yaptığı ziyareti bu açıdan da okumak lazım.

Yeni Suriye yönetimin önünde iki büyük sorun var ve bu iki sorunu da tek başlarına çözemeyeceklerinin farkındalar.

Siyonist rejimin gerçekleştirdiği işgal hareketi ve SDG adı altında faaliyet yürüten PKK-PYD'nin kontrol ettiği alan…

Siyonist rejimin işgaline karşı çıkabilmek ve ülke savunmasını güçlendirebilmek için 'yekpare bir Suriye' tablosunun oluşması lazım. Bu da aslında yeni Suriye hükümeti açısından en büyük sorunun, kazanımlarını kaybetmek istemeyen PKK olduğunu ortaya koyuyor.

PKK hareketi SDG ismi altında Amerika'nın ve bazı Körfez ülkelerinin desteği ile oluşturduğu pozisyonunu kaybetmek istemiyor. Talep ve duruşundaki çelişkileri ise önemsemediği ortada.

Mazlum Kobani ismini kullanan Ferhat Abdi Şahin ve ekibi, dünya kamuoyuna Suriye'de bir 'Kürt özerk bölgesi' için çalışmadıklarını ısrarla belirtiyor. Zaten SDG de sadece Kürtlerden oluşmuyor. Bununla birlikte Ahmet Şara ekibi daha devrimin ilk günlerinden itibaren BAAS'ın Kürtlere karşı uyguladığı ayırımcı politikaları reddettiklerini ve Kürtlerin haklarını tanıdıklarını ifade ettiler. Fakat ülkenin isminin 'Suriye Cumhuriyeti' yerine BAAS dönemi mirası olan 'Suriye Arap Cumhuriyeti' olacağının söylenmesinin ciddi bir çelişki olduğunu da belirtmek gerekiyor.

Kürt milliyetçiler ısrarla mevcut duruma verdikleri desteği 'Rojava kazanımlarının korunması' ile açıklıyorlar; ama SDG'nin kontrol ettiği alanın 'Rojava' ile sınırlı olmadığı ve kontrol altında tutulan mevcut bölgede Sosyalist kantonlar oluşturulması çabasına girildiği göz önüne alındığında etnik temelden daha çok ideolojik bir mücadelenin varlığını kabul etmek gerekir.

Trump'ın başa geçmesiyle oluşan belirsizlikten dolayı zaman kazanmak için Suriye Hükümeti ile görüşmeler gerçekleştiren, 'Suriye'nin bir parçası' olduklarını sık sık tekrarlayan PYD yönetimi, bazı sinyaller almış olmalı ki, üslubunu değiştirdi ve Ahmet Şara hükümetini tanımayacağını söyledi.

Peki, süreç nereye doğru ilerliyor?

Türkiye ve Türkiye ile beraber hareket eden SMO güçlerinin bir süredir Tışrin Barajı çevresinde sürdürdüğü 'düşük yoğunluklu savaş' şiddetlenebilir mi?

Devlet Bahçeli'nin başlattığı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sahiplendiği 'Öcalan üzerinden PKK'ye silah bıraktırma süreci' heyecanını kaybedip tedirgin bir alana yerleşti gibi.

Sadece Öcalan ve Kandil arasında yürütülmesi beklenen süreç, 'farklı aktörlerin' de devreye sokulması ile daha kapsamlı pazarlıklar ile devam ettirilmek isteniyor. Özellikle 15 Şubat tarihine dikkat çekilmesi Öcalan'ın yeniden 'Önemli bir özne' haline getirilmesi amacını taşıyor ki, bu da aslında Kandil'in 'ayak dirediği' anlamına geliyor. 15 Şubat tarihine bizzat Mazlum Kobani'nin dikkat çekmesi ise Kandil'e karşı Öcalan'ın elinin güçlendirilmesi çabası olarak da değerlendirilebilir.

Şubat ayı sıcak geçecek gibi görünüyor.