Doğal olarak kibrin sarhoşluğuyla kendinden geçen bu oluşumlar bir müddet sonra başkasını hor görmeye, ezmeye, ortadan kaldırmaya gayret sarfederler.

Türkiye`de 1950 yılına kadar tek parti iktidarının kurucu ve üyeleri kendileri gibi inanmayan, düşünmeyen, konuşmayan hatta onlar gibi giyinmeyenlere hayat hakkı tanımamıştır. Başını kaldıran sesini yükseltenler en acımasız cezalara düçar edilmişlerdir. Bu gaddarca tavırlardandı ki Chp`ye alternatif ilk partinin gelmesiyle iktidar alaşağı olmuş ve Chp bir daha iktidar olamamıştır.

Chp`yi 1950 yılına kadar iki şey iktidarda tuttu: Kurtuluş Savaşı döneminde halkı yanında tutabilmek için YALAN`a dayalı bir siyaset takip etmek... Kurtuluş Savaşı`nın bitmesiyle doğal olarak kurucularca va`dedilenlerin verilmemesi ile baş gösteren kıyamlara karşı halkın acımasızca sürülmesi, köylerinin yakılması ve kıyımdan geçirilmeleri... 'Ya benim gibi olacaksın ya da yaşama hakkın yoktur...'

Bugünkü Chp zihniyetini, tarihi kökenlerini, oluşumunu, süreçlerini iyi bilirsek Bdp/Kck/Pkk`yı da iyi tanırız. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Chp`nin kuruluş amacı, anlayışı, programı neyse Kck/Pkk/Bdp`nin de zihniyeti odur.

Nasıl ki Chp`nin kurucu unsurları hilafet şeriat ve bölge halkıyla ilgili müspet tavırlı olduklarını zorlu dönemde öne çıkarmışlarsa şu anda Pkk çizgisi de bu minval üzere devam ediyor. Ancak Cumhuriyet tüm Türkiye halklarının kanları ile abad olduktan sonra gizli ajanda çekmeceden çıkmış ve sadece sözde kılık kıyafet kanununa muhalefet ettiği için binlerce insan katledilmiştir. Aynı şey Pkk/Bdp zihniyeti için de geçerlidir. Şahidiz ki yüzlerce Müslüman İslami yaşamlarından dolayı katledilmiş, elan fırsat bulunduğunda katledilmekten çekinilmemektedir. Son olarak Yüksekova`da Mayıs ayında, Ubeydullah Durna kardeşimiz katledilmiştir. Söz burda iken bir öğrenci yurduna atılan molotof kokteyline karşı devlet ricali başta Başbakan olmak üzere ciddi tepki koymuşken, Yüksekova`da bir Sivil Toplum Kuruluşu olan Mustazaf -Der`in binasının yakılması ve bir kişinin şehid edilişi ile ilgili Başbakan`ın sessiz kalışını neyle yorumlayabiliriz ki?

Chp`nin Kurtuluş Savaşı döneminde halktan gizlediği ajandayı şimdilerde Bdp/Kck/Pkk kasasında gizliyor. Süreci kendince istediği kıvama getirince tıpkı Chp gibi şu an savaştığından daha ağır şartlarla mütedeyyin insanlarla ve halkın İslami örf ve adetleriyle mücadele edeceklerdir. Şu an bile Kutlu Doğum programlarında belediyelerine ait yerleri Peygamber Sevdalıları Platformuna vermemek için çaba sarfediyor, cami yapımlarının önüne geçmek için bürokratik engeller belediyelerce ortaya konuyor. Çınar`da yapılmak istenen Kur`an Kursu`nu çağırdığı Çevik Kuvvet polislerince engellemeye çalışması da hafızamızda canlı durmaktadır. Onlar da şu an tıpkı Chp gibi tüm zihin alt yapılarını halktan gizleme yoluna gidiyorlar. Onların asıl getirmek istediği sistem ise marksizme dayalı sosyalist bir toplum, bununla beraber de ateşin ilah kabul edildiği zerdüşti bir anlayışın hakimiyetidir. Bu sistemlerin getirdiği ahlak dışı, İslam dışı giyim ve anlayışlarını her an, yaşam tarzlarında görmek mümkün.

Dedik ki Chp zihniyeti ile Pkk/Kck zihniyetinin ortak özelliği yalana çok rahat başvurmalarıdır. Açıklayalım...

Chp`nin Kemal`i yalanda kimseye pabuç bırakmıyor, derken Bdp`nin Demirtaş`ı da Kemal`le yarışa girdi. Katıldığı bir programda 'kimseye zorla kepenk kapattırmıyoruz' 'bizim de onlarca seçim büromuz yakılıyor' ve son olarak da 'Mustazaf-Der çevresi şu ana değin hep Ak Parti`ye destek verdi' iddiası... Bununla beraber de 'onların seçimi etkileyecek bir gücü yok' derken ki mimik hareketi kibrin doruk noktasını gösteriyordu.

Gazete olarak Mustazaf-Der ve ona gönül verenlerin faaliyetlerini yakından takip ediyoruz. Ak Parti`nin ilk seçime katıldığı 2002 yılından bu yana ne Mustazaf-Der`in ne de Hizbullah`ın destek veren hiçbir açıklamasına şahit olmadık. Tavırları ya tabanlarını serbest bırakmaları ya da oy kullanmamaları yönünde oldu. 2002 ve 2007 seçimlerinde taban serbest bırakırken son yerel seçimlerde ise seçilenlerden hesap sorulmadığı gerekçesiyle oy kullanılmayacağı açıkça beyan edildi.

12 Eylül 2010 Anayasa referandumunda ise 'Yetersiz ama Evet' dediler. Ancak halkı sandığa yöneltecek hiçbir çalışmaları olmadı. Sadece sandığa gitmeleri bile halka cesaret verdi. Bu, gözle görülür bir katılıma sebep oldu.

12 Haziran 2011 seçimleri için de şu ana kadar (30.05) destek verme anlamında hiçbir açıklama Mustazaf-Der cenahından yapılmış değildir.

Mustazaf-Der tabanının takındığı partiler üstü tavrı çok iyi bilmesine rağmen Demirtaş`ın 'Ak Parti`ye destek veriyorlar' demesi, kanlarına işlemiş olan 'maksada ulaşmak için her yol mubahtır' bozuk anlayışından başka bir anlam taşımamaktadır. Mustazaf-Der tabanının ırk ayırımı gözetmeden İslam`a yakın olanlara ünsiyet beslediğini sanırım izaha ihtiyaç yoktur.

Mustazaf-Der`in gücü nedir? Sorusunun cevabı geçmişinde ve şu an düzenlediği etkinliklerdeki başarısında saklıdır. Yoğunlaşıldığında nelerin yapılabildiğini takip edenlerin tümü gördü. Edindiğimiz izlenime göre, bırakın Mustazaf-Der`in seçimlere bizzat katılması halindeki sonucun ne olacağını, sadece seçim sandıklarının başında dursa bile sonuçlar şimdikinden çok daha farklı olacaktır.

Bölge`de Pkk/Kck çizgisindeki marksist hareket karşısındaki tüm partileri ortadan kaldırmak için yoğun gayret gösteriyor. Yaptığı yanlışla Mustazaf-Der tabanını da halktan koparacağını zannediyor. Ancak Mustazaf-Der`in siyaset sahnesine çıkışı ile halktan büyük bir destek almasıyla Pkk/Kck`nın tıpkı Chp gibi Müslüman halklar nezdinde hayat bulması mümkün görünmüyor. Lakin başta da değindiğim gibi kendilerini dev aynasında görmekle bu süreci başlatmışlardır.

Acaba Mustazaf-Der tabanı Pkk/Kck/Bdp`nin takındığı kibir dolu tavıra siyasi bir tavırla mı yoksa geçen dönemlerde takındığı tavırlardan birisini sergilemek üzere karşılık verecek, şimdi merak edilen budur.

Bu seçimde tavırları her ne olacaksa da 12 Haziran`dan sonraki süreçte Mustazaf-Der`in bölge ağırlıklı olmak üzere yapacakları çalışmalarla siyasete ciddi manada yön vereceğini tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek.