Şehit Şeyh Said efendi ile 46 dava arkadaşı 29 Haziran 1925'te Şark İstiklal Mahkemeleri tarafından Diyarbakır'da idam edildi.
Şehadetlerinin 97. sene-i devriyelerinde, şehadetlerini imanlarına şahit kılan bu azizleri saygı, hürmet ve minnetle yad ediyorum.
Son bir haftadır gündemden düşmeyen, özellikle sosyal medya platformlarında sürekli konuşulan, yazılan ve paylaşılan Şeyh Said'i ne kadar tanıyoruz?
Öncelikle şu hususun altını çizelim. Şehit Şeyh Said, özelde Müslüman Kürt halkı genelde ise tüm Müslümanların kalbinde taht kurmuş, Allah ve din için kıyam etmiş, sonunda da bu mücadelesini şehadetle taçlandırmış müstesna bir kıyam önderidir. Tıpkı Ömer Muhtar ve İzettin El Kassam gibi.
O dönemin siyasi iktidarı Şehit Şeyh’i dışarıya "İslamcı" içeriye de "Kürtçü" olarak tanıtmıştı. Böylece hem dışarıdan destek almış hem de içeride batı illerini ikna etmeye çalışmış ve doğu illerini de cebren susturmuştur.
Aynı iftiralar eğitim kitaplarında geçtiği için 90 yıldır körpe dimağlara doğruymuş gibi nakş edilmeye çalışılıyor. Tıpkı Abdülhamid'in "Kızıl Sultan" olduğu, Osmanlı'nın "Çağ dışı" olduğu ve İskilipli Atıf Hoca’nın "Bir hain" olduğunu söyleyip eğitim kitaplarına yazdıkları gibi.
Sadece söyleyip yazmakla da kalmadılar. Bu iftiraları topluma kabullendirmek için bir korku imparatorluğu oluşturdular. Bu çerçevede; İstiklal Mahkemeleri kurdular, Takrir-i Sükun ve Hıyanet-i Vataniyye kanunlarını çıkardılar...
Belki uzun yıllar Müslüman halkımız, devletin ceberrut yüzüyle karşılaşmamak için korkudan ses çıkarmadılar, suskun kaldılar ancak hiçbir zaman da bu yalan ve iftiraları kabul etmediler.
Şehit Şeyh Said efendiyi biraz araştıran her Müslümanın gözünde ve kalbinde şehit Şeyh; bir alim, bir zahit, bir mücahit ve bir şehittir. Şeyh'in hayatı, kişiliği, eğitimi ve mücadelesinin tüm evreleri de buna şahittir.
"İngiliz ajanı" ya da "Kürtçü" algısı ise koca bir yalan ve ustaca atılmış bir iftiradır. Bu yalanı uyduranlar ve bu iftiraları atan zavallılar kendilerini kandırıyor ve bir algı oluşturmaya çalışıyorlar ama çabaları beyhudedir. Çünkü şehit Şeyh’in hayatı ve mücadelesinin bütün detayları bu müfterileri yalanlıyor.
Şehit Şeyh'in muhtelif iki zamanda eşi ve kızıyla aralarında geçen diyaloğun detaylarını vermekle yetinip yorumlamayı siz değerli okurlara bırakacağım.
Kıyam arifesinde Şeyh, eşine şu şekilde hitap ediyor: “Ne ben Hz. Hüseyin'den daha değerliyim ne de benim ailem onun ailesinden daha kıymetlidir. Eğer ben bunlara karşı çıkmazsam zebaniler sarığımdan tutup beni cehenneme atarlar, siz o zaman bana yardım edebilecek misiniz? Onlar bana demezler mi 'Ey Said! Allah o kadar mal mülk verdi sana. Sen Allah için ne yaptın? Bunlar Allah'ın emirlerini ayaklar altına almışlar. Evet ben cihada başladım ve korkanlar, cihat edemeyecekler, hastalar gelmesinler. Bu yol korkakların yolu değildir!”
Yine şehadetinden hemen önce Diyarbakır cezaevinde kızının ağlayarak; “Baba! Namusumuz ayaklar altına alındı” sözlerine karşılık Şeyh Said şunları söylüyor: “Arkamızdan ağlayıp da zalimleri sevindirmeyin. Kıyamımızı iyi anlayın ve bizden sonrakilere anlatın, bizim için ‘Namusu Ekber İslam Dinimizdir.’”
Şehadet şerbetini içeceği zaman da Şeyh’in dilinde şu cümleler dökülecektir; “Değersiz dallarda asılmama pervam yoktur. Şüphesiz mücadelem Allah (c.c) ve din içindir.”
Evet, bunun gibi yüzlerce belki binlerce detaya rağmen iftira ve yalanlarına devam edenlere verilecek en iyi cevap; Şehit Şeyh'i iyi tanımak, onun davasını iyi anlamak ve çevremize onu ve davasını en iyi şekilde anlatmaktır.