Her şeyden önce Suriye halkının 61 yıllık Baas diktasından kurtulmasının hayırlara vesile olmasını diliyorum. Umarım tüm zalim yöneticiler bundan ders çıkarır ve “zulmün devam edemeyeceğini” aynel yakin olarak görüp ibret alırlar.
Gelelim Suriye’deki gelişmelere;
Zalim Esed’in devrilmesine ve Baas zulmünün son bulması elbette vicdan sahibi herkesi sevindirdi. Ancak “bundan sonra ne olacak?” sorusunun cevabı ise herkesi endişelendiriyor. Çünkü uzun yıllardır Müslümanların sahada kazandıkları zaferler hep çalınmıştır.
Birinci Dünya Savaşından sonra Türkiye dâhil birçok ülkede Müslümanların zaferlerinin nasıl çalındığı malumdur. Yakın tarihte Mısır ve Libya gibi birçok ülkede Müslümanların direnmesiyle devrilen diktatörlerden sonra zaferlerin nasıl çalındığı yine malumunuzdur.
Bedel ödeyen Müslümanlar, direnen Müslümanlar, savaşan Müslümanlar ama günün sonunda kazananlar ya azınlık bir güruh ya da emperyalizme hizmet eden bir piyon oluyor. Bundan dolayı Suriye konusunda haklı bir endişe hâkimdir her tarafta.
Evet, Suriye’deki değişimle beraber puslu hava daha dağılmış değildir.
Direk ya da dolaylı olarak Suriye alanına müdahale etmiş her aktör kartını oynuyor, kendine göre stratejik hamleler yapıyor ve mevcut değişimden maksimum seviyede rol almaya çalışıyorlar.
Rusya, HTŞ ile anlaşmaya vardıklarını, Tartus ve Hmeymim’deki önemli askeri üslerinin Suriye topraklarında kalmaya devam edeceği açıklamasını yaptı.
İran, Suriye’deki değişimin ABD ve israilin ortak planı olduğunu söylemekle beraber Suriye’nin birliğine, toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi gerektiği yönünde açıklamalar yaptı.
ABD, “Suriye bizim sorunumuz değil, akışına bırakın ve dâhil olmayın” açıklamasının yanında DEAŞ ile mücadele bahanesiyle sürekli PYD kartını oynamaya çalışıyor.
İşgalci israil çeteleri, Suriye’nin yüzlerce stratejik noktalarına hava saldırısı yapmakla beraber, kara birlikleriyle Golan’dan başlayarak Suriye’nin içine doğru işgale başladı.
Suriye’de “Sivil Savunma” adı altında çalışma yürüten ve İngiltere istihbaratı ajanları oldukları iddia edilen “Beyaz Baretliler” sahada hummalı bir çalışma yapmaya devam ediyorlar.
Türkiye, SMO üzerinden direk, HTŞ üzerinden de dolaylı olarak alana müdahale edip yeni Suriye inşasında en aktif bir şekilde rol almaya çalışıyor. Özellikle SMO üzerinden YPG’nin elindeki yerleşim yerlerini geri almayı planlıyor. Bu konuda ABD engel olmaya çalışsa da Türkiye ısrarcı davranmaya devam ediyor. Dün ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın Türkiye ziyareti de bu süreci değiştirmedi gibi görünüyor.
Muhalifler’e gelince; her ne kadar tek parça olarak gözükseler de durum çok farklıdır.
Malumunuz SMO da ideolojik bir yapı olmadığı için her an kontrolden çıkabilecek durumdadır ve geçmiş yıllarda bunun örneği kaç kez yaşandı.
Her bölgedeki aşiretlerin kendine göre bir hesapları vardır ve bunların her biri gelişmeleri dikkatle izledikleri için sessizliklerini koruyorlar.
HTŞ çatısı altında birleşen onlarca grup detaylarda farklı düşünüyorlar. Kimi “Ey Gazze! Bizi bekle, Ey Kudüs! Bizi bekle geliyoruz” diye açıklama yapıyor. Kimi ABD ve israil aleyhinde açıklama yapacağı sırada elindeki mikrofon alınarak konuşmasına izin verilmiyor. Kimi israil dâhil kimse ile bir sorunumuz yok diyor. Hâsılı, özelde farklı açıklamalar ve genelde bu sessizlik büyük bir fitnenin habercisi de olabilir.
Çare ise, ehli kıble olan tüm Müslümanlarla asgari ortak paydada vahdeti yakalamaktır. Bununla beraber Kudüs’ün fethine odaklanmak ve işgalci israil başta olmak üzere tüm emperyalistlerin bu topraklardaki hayat damarlarını tedrici olarak keserek en kısa zamanda onları silip süpürmektir.
Temennimiz odur ki Suriye’deki Müslümanların zaferi çalınmasın. Bu zafer Kudüs ile Gazze’nin özgürlüğüne katkı sunsun ve İslam âleminin uyanmasına vesile olsun.