10 Kasım’daki bazı törenlerle ilgili doğrudan Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk ve Bakanlığın kendisi sorumlu tutuluyor. Fazlasıyla yersiz bir yaklaşım…
10 Kasım’daki yas törenleri 80 yıldır düzenleniyor. Ziya Selçuk ve Bakanlığı, bu törenleri büyütebilir. Ama asla durduramaz, bitiremez. Bunu yapmak, bir bakan ve bakanlığın gücünü aşar.
Kaldı ki iyi tanımıyorum ama Selçuk’un bütün eleştirilere rağmen, sosyal medyaya yansıyan görüntüleri tasvip edeceğine de inanmıyorum. Aklı başında hiçbir eğitimci de o görüntüleri tasvip etmez. O hâlde bu neyin nesi, diyeceksiniz. Cevap hiç de zor değil:
Ne yazık ki 1950’de değil, daha 1945’ten bu yana öğretim gıdım gıdım Müslümanlaştırılmaya, millileştirilmeye çalışılıyor. Eğitim ise 18. yüzyıl sonu Fransız aklının olduğu yerde duruyor, bir adım yol almış değil.
Turgut Özal’la öğretimde iyi yol alındı. 28 Şubat, pek çok kazanımı geri aldıysa da 2003’ten bu yana göz ardı edilmeyecek değişiklikler yapılıyor. Ama “Devrim Kanunları” ile güvence altına alınmış eğitim kısmına hiç dokunulmuyor. Bunun için törenler, 60-70 yıl önce nasıl yapılıyorsa öyle yapılıyor.
Milli Eğitim’in öğretmen kadrosunda fazlasıyla bunun bilincinde olan önemli bir kesim vardır. Öğretimdeki yenilikleri eğitim ile ilgili sabitlerden aldıkları güçle etkisizleştirmenin, hatta tersine çevirmenin yolunu arıyorlar, hem örgütlüler hem kanunların güvencesinde olduklarının farkındalar.
Öğretim namına öğrenciye verecek hiçbir şeyi olmayan herhangi bir öğretmen, 10 Kasım veya benzeri bir törende en uç gösteriler tasarlayabilir. Buna “Hayır!” diyebilecek çok az idareci vardır. Hatta dindar idareciler, sorumluluktan kurtulmak (!) ve gelecekte soruşturmalara konu olmamak için özellikle bu tür öğretmenleri bu tür işler için görevlendiriyorlar ve onların tasarılarını “Ben yapmadım” diyerek olduğu gibi uyguluyorlar.
10 Kasım törenleri bitti. Ama pek çok okulda Noel Ağacı siparişleri verildi bile. Süslü çam ağaçları, Atatürk Köşesi’nin önüne konmakla yetinilmiyor, her sınıf için Noel Ağacı alan okullar var ve bunun için öğrencilerden para bile toplanıyor.
Ağaç henüz yerinde dururken dönem sonu etkinliği adı altında parmak kadar çocuklara büyüklerin haya edecekleri dans gösterileri yaptırılacak… Bunu dahi engelleyecek müdür sayısı, her ilde bir elin parmağını geçmez.
Aynı müdürler, öğrencileri Cuma namazına teşvik eden gencecik öğretmenlere azmini kırmak için, onlara onlarca kez Türkiye’nin darbeler tarihini, hükümetlerin nasıl da geçici olduğunu ve kendisini düşünmesinin ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. Öğretmen devam ediyorsa onu fiilen durduruyor.
Dindar kesimin arasında, Osmanlı paşalarının çocukları yok. Dindar eğitimciler, maaş alıp geçinsinler diye öğretmen olmuşlar. Kolay ürküyorlar ve “sakin olmak” için rahat fetva buluyorlar. Özellikle son iki yılda haksız ithamlara maruz kalırız diye yoğurdu üfleyerek yiyorlar. Zira hapisle ve yakınlarının GÜVENLİK SORUŞTURMALARI ile açık açık tehdit ediliyorlar. Yaşananlara bakılırsa “ekmeğini düşünen” birinin bunu ciddiye almaması ise “akıl kârı” değil…
Ya yüz binlerce üyesi bulunan Eğitim-Bir Sendikası… O da bugüne kadar az iş yapmadı. Ama kendileri de farkındalar herhâlde gittikçe bürokratlaşıyorlar. Bununla birlikte biz de itham ediliriz korkusu içinde vaziyete seyirci kalıyorlar.
Ve son söz: Siyasetçilere anladıkları dilden konuşmak lazım galiba… Eğitimin tören tornalarıyla “Kemalistleştirilen” bir gençlik, asla AK Parti’ye oy vermez. Son zamanlarda bu konuda hiçbir tepki vermeyen Saadet Partisi’ne hiç yaklaşmaz.
Her seçim, başını duvara vurup “Gençlik niye bize oy vermiyor!” diye kara kara düşünmenin bir anlamı yok! Bütün eğitim sistemi, aleyhinize çalışıyor. Bunu yarın anlamak çok geç olabilir!