Bir yılı aşkın bir süredir bölgemizde emperyalistlerin yeni bir vahşi hamlelerine şahit oluyoruz. İsrail’in öncülüğünde Gazze’de başlattıkları soykırımı Lübnan, Suriye ve Yemen’de açtıkları yeni cephelerle bölgemizi yeniden şekillendirmek ve buradaki egemenliklerini tahkim etmek kararlılığındadırlar. Fakat ta Orta Asya’daki zenginlik kaynaklarına ulaşıncaya kadar önlerinde iki engel var; Türkiye ve İran. İşte Suriye sahası da, diplomasiden ittifaklara ve hatta savaşa kadar sıcak temasın olduğu bir yerdir. Dolayısıyla İran, Türkiye ve diğer dış güçlerin özelde Suriye ve genelde bölgedeki çıkarları hem birbiriyle kesişiyor ve hem de çatışıyor. Kesişen bu çıkarlarını korumaları için kim nasıl bir politika izliyor, kimleri karşısına ve kimleri yanına alıyor?
Evet, Suriye’de her biri birer dış güçtür, ama İran ile Türkiye’yi, birkaç noktada diğer dış güçlerden ayrı tutmamız gerekiyor. Örneğin, her ikisinin komşu olmaları ve rejimlerinin yanı sıra halklarının mezhepleri ayrı olsa da, aynı dinden olmaları, bu noktalardan ikisidir.
Bilinmesi gereken diğer bir gerçek de, öteki dış güçlerle İran ve Türkiye arasında ölümcül bir farkın olmasıdır. Bu ölümcül fark da, o güçlerin nihai hedeflerinin, Suriye’den başlayarak İran’ı ve Türkiye’yi duruma göre bölmek veya en azından istikrarsızlaştırmak olmasıdır. Zaten ne kendileri de bu hedeflerini gizlemiyorlar. Bu da doğal olarak bu ülkeleri kendi çıkarlarını korumaları konusunda bir karar almaya mecbur ediyor. Suriye’nin gücü kendisini bölünmeye veya bölünmese bile, emperyalistlerin nüfuzlarını kırmaya yeter mi, kolay değildir. Fakat İran ve Türkiye, emperyalistlerin kendileri hakkındaki hesaplarını boşa çıkarma gücüne sahiptirler. Yeter ki, bu güçlerini yerinde ve zamanında kullanabilsinler.
Şimdi adına canavar da diyebileceğimiz bu emperyalistler durmayacaklarına ve bu canavar bizi de birer birer yutmak kararlığında olduğuna göre, ne yapmalıyız? Burada cevabını vermemiz gereken sorulardan biri de şudur: Emperyalistler mi Ortadoğu’daki tahakkümlerini 100 yıl daha uzatacaklar, yoksa biz bölge halkları mı bu tahakküme ve sömürüye son vereceğiz?
İran ve Türkiye bu bilinçle ittifak yapabilirler mi, bilmiyoruz, ama ittifaklarının bile kendilerini yutmaya ahdetmiş bu canavara karşı korumaya yetmeyeceği açıktır. Çünkü rejimlerini de adaletin terazisinden geçirmeleri gerekiyor.
Canavar demişken, merhum Said Nursi’nin de buna dair bir tespiti var. Bir canavarla karşılaşıldığında, nasıl davranılması gerektiğini şöyle anlatır: “Bir canavarla karşı karşıya gelirseniz, yapacağınız tek bir şey var; elinizde, avucunuzda ve aklınızda ne varsa, hepsi ile karşı koymak ve direnmektir. Direnmek yerine eğer “elimi vereyim de kurtulayım”, yok, “kolumu veya bacağımı vereyim de kurtulayım” derseniz, sonunuzu hazırlamış olursunuz.”
Ki bu canavarın geçen yüzyıl boyunca coğrafyamızda işlemediği vahşet, yutmadığı veya en azından pençesini geçirmediği bir ülkenin olmadığını Türkiye de, İran da çok iyi biliyordur.
Sonuç olarak, birbiriyle çatışan çıkarları olsa bile, karşılarında canavar duruyorken, birbirileriyle dayanışmaktan başka bir seçenekleri yoktur. Emperyalistlerin sıradaki ülkeleri halletmek için Suriye’yi yeni bir merkez üs yapmalarına alet olmak yerine, ilkeli ittifaklarla bu hesapları boşa çıkarmaya yoğunlaşmalılar. Bu süreçte her iki tarafın âlimlerine de büyük bir görev düşüyor. Ama ne yazık ki, şimdiye kadar sesleri çıkanlar, daha çok mezhepçiliği öne çıkaranlardır.
Bakalım, yöneticilerimizin alacakları kararlar, Orta Asya’ya kadar bu canavara yol mu olacak, yoksa bölgemizi ona mezar mı yapacak? Tabii, bakmakla kalmayalım, işimizi yapalım.