Hayatın içinden anlam çıkınca geriye ne kalır? Tabi ki maddi kısmı dışında bir şey kalmaz. Hayatı anlamsız kılan her düşünce, her akım ruhla, akılla, vicdanla, kalple, sezgiyle, hisle donatılmış olan insanın düşmanıdır. Çünkü insanı kolundan tutup boşluğa, hiçliğe, karamsarlığa, mutsuzluğa, hatta intihara kadar götürebilir.
Tıpkı varoluşçuluk ve ateizm gibi... İki akım da insanı eşrefi mahluk olarak kabul etmez, ondaki manayı çalar, çaputtan daha aşağıya indirger. Çaputta bile bir mana bulur. 'Bunu üreten şu şu nedenlerle üretmiştir muhakkak' der. Ama insanın varlığına bir anlam, amaç yerleştirilmiş olduğunu kabul etmez. İnsanı et, kemik ve damar yığınından ibaret görür. Yani ölçüye, tartıya vurulabilen kısmı...
Varoluşçuluğun temsilcilerinden Sartre'ye göre insan dışındaki tüm varlıkların önce özü, mahiyeti var olmuş sonra kendisi. Sadece insan mahiyetsiz, özsüz, anlamdan boş bir şekilde yaratılmış. Ona göre anlamsız bir hayatın içinde kendisine anlam oluşturacak olan insanın kendisi. Kısacası ancak insan kendi özünü oluşturabilir. Sartre, yine kainatın içindekilerle birlikte Allah tarafından yaratıldığını kabul ediyor. Ya ateistler? Onlar Sartre'den daha büyük atıyorlar. Her şeyin kendi kendine var olduğunu iddia ederek. Varoluşçuluk ve Ateizmin buluştuğu ortak nokta ise insanı, her şeye anlam verecek kadar yeryüzü tanrısı ilan etmeleri...
Halbuki insan, fıtratı gereği her şeyde anlam arayan, her şeyin nedenini merak eden, sorgulayan, ilk nedene ulaşmak isteyen bir varlık. Çünkü anlam onun varlığının kurucu öğesi. Yani dayanağı...
Onun için varoluş gayesi konusunda doğru cevabı bulana kadar arayışı bitmez.
Eğer arayışına, Yaradan tarafından verili cevapları kabul etmeyip, kendisi cevap üretmek isterse, anlam çerçevesinin içine modernitenin kendisine dayattığı statü, para, tüketim, gösterişe dayalı yaşam biçimi, cinsellik, moda, haz, eğlence, futbol, müzik gibi şeyleri yerleştirir.
Peki bunlar kişinin hayatına anlam katacak yeterlilikte midir? Tabi ki hayır!
Eğer öyle olsaydı Yaradan'ın şu yeryüzünde kendisine biçtiği kulluk rolünü kabul etmeyen ve hedefine kattığı mesleki statü uğrunda koştururken yıpranan, bunalan, bocalayan, umutsuz bir vakaya dönüşen Enes Kara yaşama sevincini kaybetmemiş olurdu. Sonuçta birçok gencin ancak hayal edebildiği bir bölüm okuyordu. Değer mi diyor bunca yorulmaya, çabaya, uykusuzluğa, yorgunluğa, zorluğa, sıkıntıya. Tabi ki değmez!
Varlığının anlam çerçevesinin içini dünyalık olarak neyle doldurursan doldur, o şeye ulaşma yolundaki tüm gayretin daha yoldayken tükenir, biter. Çünkü hepsi fani, hepsi insan denilen varlıktan çok daha aşağı bir mertebeye tekabül ediyor.
Fıtrat, insanın kendisine yüklediği yapay, suni anlamları kabul etmiyor, dışarı atıyor. Kişiyi boşa düşürüyor. Boşlukta acı çeken insanlar ise ya uyuşturucu ya alkolle ya da çeşitli sapkınlıklarla ruhundaki acıyı dindirmeye ve avunmaya çalışıyor. Her ayıktığında ise acı kaldığı yerden devam ediyor. Bu yollara yönelmeyenler ise soluğu psikiyatrilerde alıyor. İlaçlarla kafasını dağıtıyor. Tabi kendisini Müslüman olarak kabul ettiği halde dininden bihaber yaşayanların durumu da pek farklı değil. Enes saydığımız yollara tevessül etmemiş. Acılardan kurtulmanın kendince kestirme yolunu bulmuş ve intihar etmiş. Allah ailesine sabırlar ihsan etsin. Hem dünyası gitti hem de ahireti. Rabbine yönelseydi kendisine acı veren boşluktan kurtulacaktı.
Okullar, Eğitim Sisteminin çarkı içinde Enes gibi ruhu acı çeken, dininden bihaber Müslüman gençlerle dolu. Üstelik ateizmin en fazla yayıldığı ve popüler hale geldiği alan. Eğitim Sistemi çocukların hayatlarındaki gerçek anlamı çalacak, içini boşaltacak şekilde dizayn edilmiş. Fizik, Kimya, Biyoloji, Psikoloji gibi insanı ve evreni inceleyen bilimler insan başta olmak üzere tüm varlıkları incelerken önce basit nesnelere indirgiyor, nesneleri sadece fiziksel, ölçülebilir ve matematiksel yanıyla ele alıyor. Bir makinayı parçalar gibi parçalara bölüyor, sonra her parçayı yeniden adlandırıp tekrar birleştiriyor. Ama bunca varlığın neden yaratıldığının, hangi anlamı ifade ettiğinin, insanın yaratılmışlar arasındaki konumunun cevabını vermiyor. Nedenlerin sorulmasını sakıncalı bulurken tek derdi nasıl sorusunun cevabını vermek. Yani insanı ölçüye, tartıya, analize dayalı bilgilere ulaştırmak. Böylece her şeyin anlamını, manevi kısmını, metafizik içeriğini boşaltıyor. İnsanı yaradılış amacından uzaklaştırıyor.
Oysa Yaradan varlık amacımızı Yüce kitabında buyuruyor 'Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım'(Zariyat:56) Bütün hayatımız bu ideal üzere ilerlediğinde hayatta hiç boşluk kalır mı? Attığımız her adım cennetin inci ve mercanlarına dönüşürken, çektiğimiz her sıkıntı, tesnimlerden, cennet bahçelerinden ve saraylardan haber verir.