1. Ümmeti Uyandıran Şehid
Filistin mücadelesinin sembol isimlerinden Şeyh Ahmet Yasin, Gazze’nin de unutulmaz simalarındandır. Şeyh Ahmet Yasin, cana yakın kişiliği, asil ve direnişçi ruhuyla bilinir. Amir Şemmah, Filistin mücadelesinin bu öncü şahsiyetinin hayatını Ümmeti Uyandıran Şehit adlı kitabıyla kaleme alır. Bengisu Yayınları tarafından basılan kitap 126 sayfa olup bir mukaddime ve 8 bölümden oluşmaktadır. Kitabın ilk sayfasında ve sonsözünden önce Ahmet Yasin’in birer fotoğrafı yer aldığı gibi bazı konu başlıkları öncesi konunun içeriğiyle uyumlu Ahmet Yasin resimleri yer alır. Kitaptaki bölümler şunlardır:
- Ahmet İsmail Yasin… Doğumu ve Gelişimi
- Davetçi ve Eğitimci
- Üç Defa Hapis Yatması
- Ümmetin Sorunlarıyla İlgilenen ve Dertlenen Bir Şahsiyet
- Şeyh… ve Birinci İntifada
- Şeyhin Hayatından Son Pasajlar
- Şehid Mücahid… Konumu ve Görüşleri
- Kitaba Yapılan Ekler (s. 115-125)
Kitap bir yandan Şeyh Ahmet Yasin’in hayatını ele alır, diğer yandan Kudüs ve Filistin davasını izah eder... Felçli bir beden, zinde bir zihin, zengin bir gönül, velud bir âlim, işkenceli günler, hapiste ve sürgünde geçen yıllar, mücadele dolu bir ömür ve direniş intifadasını tutuşturan örnek bir lider… Şeyh Ahmet Yasin’in hayatı kitapta bu çerçevede ele alınır.
Kitap, Mısır İhvan-ı Müslimin Cemaatinin kurucusu olan Hasan el-Benna’nın risalesinden kısa bir bölümle başlar. Bu risale, el-Benna tarafından 1938 yılında Mısır hükümetine hitaben yazılmıştır. Hasan el-Benna’nın “Şüphesiz ki Allah-u Teâla’nın dışında bir yerde izzeti arayan kimse zelil olur.” (s. 9) cümlesi bir nevi kitabın özeti gibi durur; çünkü kitapta izzeti Allah’ın rızasında arayan ve İsrail’e teslim olmayı zillet sayan izzetli bir öncünün hayatı ele alınmıştır.
Şeyh Ahmet Yasin, Filistin’de işgale karşı iki ayrı intifadanın öncülüğünü yapan, vücudu felçli olmasına rağmen Allah yolunda mücadele ve direnişten bir an bile geri kalmayan büyük bir insan, büyük bir lider ve HAMAS hareketinin manevi lideri olarak bilinir. Ve kitapta da bu şekilde tanıtılır. 1938 yılında dünyaya gelen Ahmet Yasin, bir sabah namazı sonrası siyonistlerin fırlattığı füzelerle 22 Mart 2004 tarihinde şehid edilir.
Kitabı baştan sona okuduğumuzda Şeyh Ahmet Yasin’in hayatını anlamaya vesile olan cami, ilim, cemaat, ibadet, işkence, zindan, sürgün, direniş, davet, mücadele ve şehadet gibi bazı temel bazı kavramlarla karşılaşırız. Bu kavramlar, aynı zamanda karşımıza nebevi bir çizgi ve peygamber öğretisi kutsal bir davayı özetler.
Ahmet Yasin, hayatının her aşamasında insanın kul olarak ibadet için yaratıldığı bilincini taşımış, buna gönülden inanmış, bu inancın etkisiyle kalben Allah’a teslim olmuş ve ibadetlerini ihlasla yerine getirmeye çalışan, dünyevi hesaplar peşinde olmayan, halkı ve davası uğruna felçli bedenine rağmen zalimlere aşkla, şevkle karşı koyan biridir.
Ahmet Yasin, henüz 11 yaşındaki bir çocukken işgalin kirli çehresiyle karşılaşır. Toprağından ve vatanından koparak peygamberi bir miras olan hicretle tanışır. Henüz bir gençken onu yakalayan felçli hal ve tekerlekli sandalyeye bağlı yaşam, kulluk görevini yerine getirmede ve cihad sorumluluğunu üstlenmede ona mazeret olmaz. O, felçli haliyle hayatın birçok yükünden ve ibadetin birçok mesuliyetinden muaf olduğu halde bedensel engeli bir kaçamak yolu ve sıvışma şekli saymaz. Cihad ve direniş hususunda başkalarına örnek olmak için hep gayret sarf eder. Ve nihayetinde kulluk bilinciyle cihad ve direnişle Rabbine adadığı 67 yıllık ömrünü, bir seher vaktinde, cemaatle kıldığı sabah namazının ardından kucakladığı şehadetle tamamlar.
Ahmet Yasin, sadece sandalyeye mahkûm felçli biri değildi. O, felç kaynaklı birçok hastalığa yakalanmıştı. İşgal rejimi, onun bu haline rağmen ona işkence yapmaktan, onu sürgüne yollamaktan ve onu hapse atmaktan geri durmaz. Eziyet, tahrik, tazyik ve engellenme onu mücadelesinden alıkoymaz. O bunlar karşısında tevekküllü ve hayatla barışık bir tarzda şu cümleleri telaffuz ederdi:
“Ben, hayatı gerçekten seviyorum, yeryüzünde bulunan mahlûkatı seviyorum, hayatı kendim ve bütün insanlar için seviyorum... Hayatı kötü görmüyorum. Allah'ın bir kuluna verdiği nimeti kıskanmıyorum. Allah’ın bana taksim ettiği rızka razı oluyorum. Fakat ben, zilleti, boyun eğmeyi (haksız) düşmanlığı reddediyorum…” (s. 12)
Ümmet, Allah’ın dininden uzaklaşmış, bu uzaklaşmayla birlikte ümmet türlü türlü bela ve musibete duçar olmuş. Ümmetin idaresi ve liderliği ahlak ve edepten yoksun kişilerin eline geçmişti. Ahmet Yasin’in varlığı ve direnişi bu yönüyle İslam ümmeti için bir umut ve onurlu bir duruştu.
Şeyh Ahmet Yasin, önderlik yönünden bir İzzet Aliya, Hasan el-Benna ve Cevher Dudayev gibi özgün bir duruşa sahipti. Ahmet Yasin, Müslümanların ‘önder’ olarak addettiği kişiler içerisinde özgün bir duruşu ve tavizsiz tavrıyla ‘yerin altında diri’ olanlardandı. Şeyh Ahmet Yasin, hayatına vakıf olanlara, mücadelesini okuyanlara ve kendisini tanıma çabasında olanlara hep “hayat sorumluluğu ve davet bilinci hiçbir mazereti geçerli kılmaz. Alın işte somut örneği benim!” der gibiydi.
Şeyh Ahmet Yasin, dünya hayatının zorluklarıyla henüz üç yaşında iken babasının vefatıyla tanışır. Okul hayatı, lise tahsili ve El-Ezher’e kabul edilmesine rağmen gidememesi hayatında devam edecek zorlukların ilk belirtileri olur. Maddi zorluklar, üniversiteye gitmesine elvermese de o kendini İslami ilimlerde, dil ve edebiyat alanında, siyasi ve sosyal konularda, askeri ve iktisadi mevzularda güzelce yetiştirebildi. Zorlu, çileli ve felçli bir yaşamın tevazu, faal, görünür, sabırlı ve ferasetli neticeler vermesi Ahmet Yasin’in toplumsal kabulüne ve öncü rol üstlenmesine vesile olur.
1950’li yıllar, Filistinli gençlerin İslami çalışmalarla tanıştığı yıllardır. Bu yıllarda Mısır’a okumak için giden Filistinli öğrencilerde, Mısırlı âlimler ve vaizlerin etkisiyle İslami bir bilinçlenme olur. Gençlere yönelik çalışmalar, ağırlıklı olarak kültürel, ilmi ve sportif faaliyetlerden oluşmaktaydı. Ahmet Yasin, 1952’de 14 yaşında bir gençtir o esnada. Yüzme faaliyeti yaptığı bir esnada baş üstü zemine çakılır ve boynu kırılır. Bu olay sonrası kısmen felçli olan Ahmet Yasin’in, ilerleyen süreçlerde durumu gittikçe kötüleşir ve tam felçli olur. Yazar Amir Şemmah, bu olayı Ahmet Yasin için birçok değişikliğin olduğu bir dönüm noktası sayar. Şakalaşan bir genç yerini ciddi ve ağırbaşlı bir gence bırakmıştır. Mescide devamlılığı mesafe uzunluğu bahanesiyle sürdürmeyen bir genç felçli haline rağmen mescid/camii müdavimi olmuştur. Derslere ilgisi, kavrama yetisi de bu dönemle birlikte Ahmet Yasin’de görülen değişimlerden olur.
Ahmet Yasin, maddi ve manevi birçok avantajı vesilesiyle öğretmenliği seçer. Felçli hali, öğretmen olma önündeki bir zorluk ve dezavantaj olsa da o azimlidir ve tevekkülle bu halin üstesinden gelir. Hatta ona bu işin zorluğunu anlatıp vazgeçirmeye çalışan bir arkadaşına şu cevabı verir:
“Ey kardeşim! Sen inanıyor musun ki ben oraya onlardan yardım dilemek için gidiyorum? Hayır, vallahi ben Müslüman’ım! Eğer Allah tayinimi istemişse hiçbir beşerin rızkıma mani olmaya güç yetiremeyeceğine inanıyorum. Allah Teâla’nın şu ayetini okumadın mı? ‘Gökte de hem rızkınız vardır, hem de size va‘dedilen cennetler. Göğün ve yerin Rabbine yemin olsun ki, sizin konuşmanız ne kadar gerçekse, Kur’an’ın meydana geleceğini haber verdiği bu olaylar da işte o kadar gerçektir!’ (Zariyat: 22-23) (s. 22)
İyi bir öğretmenlik süreci, komünist okul yöneticilerini ve aileleri ikna kabiliyeti, cami endeksli davet çalışmaları, gençlere değer veren ve onları teşvik eden bir ilgilenme kısa sürede olumlu sonuçlar verir. Ahmet Yasin, sadece Müslüman halk ve öğrencilerle değil diğer inanç ve ideolojilere sahip kişilerle de ilişkilerinde davetçi kimliği açısından güzel ve olumlu izler bırakır. Onun ortaya koyduğu bu ve diğer çabalar bir halk önderi olduğunu tescil eder. İnsanlar, onu bir öncü gibi görüyor. Zekât, miras, borç ve başkaca meselelerde ona danışır. Evinin bazen dolup taşması onun güçlü ve çözümleyici gücünü ortaya koyar. Gazze’deki işgalci bir askeri hâkimin “Sen kimsin? Devlet görevlisi misin, evini mahkeme salonu olarak mı açtın? Şunu bil ki burada devlet biziz. Biziz! Biz!..” sözleri bunu teyit eder.
Şemmah, Ahmet Yasin’in hayatından kareler aktarırken veya onun yaşadıklarına yer verirken bazen onun dilinden aktarmayı tercih eder. Ahmet Yasin, ‘Ferdî davet’ çalışmalarından birinde Komunist Partisi’nin sekreteri Abdullah Nemr Derviş ile diyaloga geçer Ahmet. Diyalog(tartışma), sakin bir şekilde ilerler. Ahmet Yasin, Komünizmin çıkmazlarına değinir. Nemr Derviş’e İslâm’ın, insanların bütün sorunlarını çözmeye kefil olduğunu ve ‘Rabbani’, sağlam bir nizam olduğunu anlatır. Bu konuların cesurca ve net bir şekilde konuşulması Nemr Derviş’in Müslüman olmasına vesile olur. Bu, önemli bir olaydır. Ahmet Yasin’in davet bağlamında sadece öğrenciler veya Müslüman halkla değil farklı inanç mensuplarıyla da konuşması, davet metodunda izlenebilecek yol hakkında müspet işaretler barındırır.
Şeyh Ahmet Yasin’in davet yaklaşımı ve İslami direniş tarzı Hasan el-Benna ile paralel olup İhvan-ı Müslümin çizgisiyle örtüşmekteydi. İleride HAMAS ismiyle somutlaşacak Filistin İslami Hareketi, İhvan’la resmi bir bağ taşımamasına rağmen Ahmet Yasin, böylesi bir iddia hapse atılınca bu haksızlığı ve işgüzarlığı şu cümlelerle dile getirir:
“... Hapis insanın nefsinde büyük izler bırakır. Çünkü insanın tabiatı yapmadığı bir şey ile itham edilmesini kabul etmez. Şahsına yönelik yapılan zulmü kaldıramaz ve kabullenemez. Her zaman adil bir idareyi arzu edip yargılanma ihtiyacı hisseder. Adil idare dünyada hakkını versin ve hürriyetini sağlasın ister.” (s. 42)
Şeyh Ahmet Yasin’in hapse ikinci ve üçüncü girişi de benzer ithamlar ve suçlamalarla olur. Onun hapishane günleri, oluşturduğu verimli program, hapisten kurtarılma girişimleri detaylı bir şekilde anlatılır.
Kitabın ‘Ümmetin Sorunlarıyla İlgilenen, Dertlenen bir Şahsiyet’ başlıklı dördüncü bölümünde Şeyh Ahmet Yasin’in ve Filistin halkının şahitlik ettiği dört savaş anlatılır. Bu savaşların ilki 1948 yılında işgal ve seri katliamlarla başlar. Bu bölümde Ahmet Yasin’in direniş ve mücadele seyri, onun hayatı üzerinden Filistin halkının işgale karşı tavrı, çoğunlukla vahşet ve katliam olarak isimlenebilecek savaş süreci, İsrail’in haksızlık ve zulüm içeren, uluslararası etki ve tepkiler öne çıkar. Bütün bu anlatılar ve okumalar bizi şu sonuca götürür: Filistin halkının işgale tepkisi bir sloganla sınırlı kalmaz, adanmışlığa varan bir sevgiyle somut bir direniş olur. Bu direniş, adına ‘İntifada’ dediğimiz süreçleri ortaya çıkarır.
Beşinci bölümde İntifada hareketleri ve HAMAS’a dönüşen süreci görmekteyiz. Ahmet Yasin, hem intifada hareketlerinin hem HAMAS’ın kurucusu olarak karşımıza çıkar. İntifada ve HAMAS, İsrail vahşeti, baskısı, sindirmesi ve işgalinin haklı birer tepkisi ve pratiği olarak ortaya çıkarlar. Ayaklanma ve feda olma anlamlarına gelen İntifada ‘İsrail’in yerleşim bölgelerinde yer alan alanlarda çalışan Filistinli işçilerin her eve döndüklerinde kontrol bahanesiyle durdurulup aranmasına’ bir tepki olarak gelişir. Siyonist bir yerleşimci, Filistinli işçilerin üzerine kasten kamyonet sürer ve bu kasti ‘kaza’ sonucu dört Filistinli işçi vefat eder. Filistinli işçilerin kasten öldürülmesi üzerine halkın öfkesi taşar ve halk ayaklanır. Asker, ayaklanmayı orantısız bir güçle bastırır. Rastgele açılan ateş sonucu insanlar yaralanır ve ölür. Süreç, İsrail’e karşı bütüncül bir karşı koyuşu ve direnişi gündeme getirir. İçlerinde Şeyh Ahmet Yasin’in de bulunduğu Müslüman liderlerinin toplantısında bu karar verilir. Ve İntifada, kısa sürede bütün Filistin topraklarına yayılır. 9 Aralık 1987 HAMAS’ın kuruluşu ve 12 Aralık 1987 İntifada hareketinin başlaması ile Filistin direnişinde önemli bir kavşak olur. Abdulaziz Rantisi ve Mahmut Zahar gibi isimlerin kurucu olarak yer aldığı HAMAS’ı Ahmet Yasin, şu cümlelerle tanıtır: “İşgâl altındaki Filistin topraklarını özgürlüğüne kavuşturmaya çalışan bir halk hareketidir. İslâmî temellere dayalı bir düşünceyi kendine esas almıştır.”
Ahmet Yasin’in hayatından son demlerin ve şehid edilişinin anlatıldığı altıncı bölümde namaz, mescid, ibadet gibi önemli kavramlar öne çıkar. Yasin, takip, tehlike ve suikast ihtimaline rağmen elinden geldikçe namazlarını camiide cemaatle kılma çabasındadır. 22 Mart 2004 tarihi suikast ihtimalinin gerçekleştiği tarih olarak tarihe not düşülür. Sabah namazı çıkışı… Bir tekerlekli sandalye… Yaşlı ve felçli bir adam… Ve gökten üç füze yağar… Füzelerden sonuç sadece birkaç ölüm değildir. Tarih boyunca bitmeyen bir öfkenin ve nefretin boşalımıdır. İhvan cemaati, saldırı ve şehadet haberi sonrası yaptığı açıklamada Ahmet Yasin’i şehit ve mücahit olarak kabul ettiğini belirtir.
Ahmet Yasin, sayfalara, ekranlara ve sloganlara sığmayan bir hayatın adresi, güzel bir insandı. Kitabın yedinci bölümü bedenen mefluç, hasta ve yaşlı; gönül olarak zengin ve zihin olarak zinde Ahmet Yasin’i kendi dilinden tanımamıza ve anlamamıza imkan tanımaktadır. Bu bölümde konumu, fikirleri, bakışı, hisleri ve tespitleriyle âlim, bilge, öncü, mücahid ve şehid bir şahsiyet belirir ve bu şahsiyetin duruşu ve mücadelesindeki zarafeti her anlamıyla bu cümlede açığa çıkıyor sanki:
Sizler babalarımızın bize miras bıraktığı mukaddesleri işgal ettiniz. İşte bundan dolayı bizim ve sizin aramızda çatışma ve savaş başladı.”, “Yeryüzünde bulunan bütün mahlûkatı seviyorum, hayatı kendim ve diğer insanlar için seviyorum... Hayatı kötü görmüyorum, Allah’ın bir kuluna verdiği nimeti kıskanmıyorum, Allah’ın bana taksim ettiği rızka razı oluyorum…”
(Devam edecek)