Meseleleri sadece sonuç üzerinden değerlendirenler, hata ya da eksik değerlendirme ile karşı karşıya kalırlar. Meselelerin asıl süreçleri üzerinde değerlendirilmesi daha isabetli olur. Çünkü sonuçlar da, süreçler üzerinden ortaya çıkarlar ve yeni bir sürecin de parçası olmak zorundadırlar. Son dönemde yaşadığımız olayları bu perspektif ile ele alırsak daha sağlıklı değerlendirme imkanı oluşur.
Eleanor Roosevelt’in deyişi ile: “Büyük beyinler fikirleri tartışır, orta halliler olayları, küçük beyinler ise kişileri tartışır.”
Başta Orta Doğu olmak üzere dünyada olup bitenleri (ki bunların çoğu bizi can evimizden vuran ve inancımızı, akidemizi, yaşantımızı direk etkileyen olaylar olmasına karşın) yorumlayan medya mensupları, siyasiler ya da ilgililerin büyük çoğunluğu maalesef, kişi ve olayların ötesinde yorumlara geçemiyorlar. Kendi içinde tutarlı ve bir çözüm umudu taşıyan bir fikir maalesef çok azdır.
Tıpkı spor programları yorumcularının hafta sonu oynanan maç ve müsabakaların yorumlarını bütün bir hafta boyunca tekrarlayıp durmaları gibi, aynı şeyleri değişik söylemlerle tekrarlayıp duruyorlar. Kişileri, olayları tıpkı bu spor yorumcuları gibi yorumlamaktan öteye geçemiyorlar. Hatta spor yorumcuları daha nitelikli çözüm önerileri sunabiliyorlar. Bu yüzden de onlarca yıldır sadece birbirini tekrar eden durum tespitlerinden öteye geçmeyen söylemlerden başka, Müslüman coğrafyada hiçbir makul ve mantıklı değişime sebep verebilecek bir mefkûre, bir perspektif maalesef gelişemiyor.
Tabii bu medya yorumcuları ve siyasilerin bakış açıları ve söylemleri ile beslenen koca bir toplum da, buna bağlı olarak spor takımı tutar gibi, tarafgir tavır ve tutumlara bürünmüşler süreç içerisinde. Haliyle böylesi bir toplumda sağlıklı bir fikir, analiz, çözüm önerisi sunmak; hem çok zor, hem kabul görmez hem de neredeyse bedel isteyen bir hal almış durumda.
Adalete ya da adil olmaya dair bir söylem; eğer muhatabın kalıplaşmış tarafıyla, bir ön yargısıyla çakışıyorsa; hemen ya mezhepçilikle ya milliyetçilikle yahut da bir dışlayıcı ithama maruz kalıyor. Aslında bu kendisindeki sıkıntının dışavurumudur. Tıpkı körün ithamı gibi.
KÖRÜN İTHAMI
İki görme özürlü oturmuş beraber sarma yiyorlarmış. Bir tanesi arkadaşına: “Neden ikişerli yiyorsun?” diye çıkışmış. Diğer arkadaş: “İkişerli yediğim falan yok, varsay ki yedim, sen de körsün ben de körüm, benim ikişerli yediğimi nereden çıkarıyorsun? İtham eden arkadaş cevap vermiş : “Valla ben ikişerli yiyordum, senin de yiyebileceğini düşünerek böyle söyledim.”
Mezhepçilikle suçlayanların da, ırkçılıkla suçlayanların da esasında kafalarında kendi mezheplerini, kendi ırklarını, kendi milliyetlerini, kendi aidiyetlerini zihinlerinin bir tarafında kutsamalarından gelir. O yüzden de başkalarınınkine tahammül ve kabulleri yoktur. “Birlik’ten” kast ettikleri ise “kendi aidiyetleri” içinde erimektir esasında. Kendilerinden başka bir fikre, başka bir söyleme tahammülleri yoktur. O yüzden de yokluğunu isterler…
Koskoca İslam âlemindeki bu parçalanmışlık, bu bölünmüşlük, bu pejmürdeliğin arkasında esasında bu saik yatmaktadır. Arife tarif gerekmez… Tabii bu durumda önemsenen bu fikirler; önemli tutulan da bu karakterlerdir.
ÖNEMLİ DEĞERSİZLER – DEĞERLİ ÖNEMSİZLER
“Değer” Allah’a ait bir kıymet takdiridir. Önem (eder) ise insana ait bir kıymet takdiridir.
Hava, su, ekmek değerlidir, hatta hayatidir. Fakat önemsizdir (edersizdir, ucuzdur). Bir insan 5 dakika havasız kalamaz. Hava bedavadır. Ancak yoğun bakıma giren biri oksijenin ne olduğunu hatırlar. Bir insan susuz ancak 5 gün dayanabilir. Fakat suyun metreküpü 1.000 TL olsa herkes isyan eder. Bir somun ekmek 1 gr altın fiyatına satılsa kıyametler kopar.
Altın, pırlanta, gümüş esasında değersizdir. Yesen yenilmez, içsen içilmez, giysen giyilmez, barınak yapsan olmaz, kısacası hayati bir fonksiyonu yoktur. Ama insanoğlu önemsemiş bir kere, paha biçmiş, kıymet takdir etmiş. Tektaş pırlanta dedin mi, akan sular durur. O yüzden bir duvar taşı kadar bile işlevi yokken ama ÖNEMLİDİR.
Evet, değer Allah’tandır demiştik. Eder (önem) ise insandan.
Emin olun bu bağlamda toplumun en değerli insanları “çöpçü” dediğimiz insanlardır aslında… Çünkü onların yaptığı temizlikten olmasa, insanlık pislikten helak olur… Asgari ücretle çalışırlar. Çocukları, eşleri, yakınları bile belki utanır yakınında bulunmaya, mesleklerini söylemeye. “Kendini bilmezler de” onları hakir görür hatta görevleri başında iken neredeyse çöplerini üstlerine dökecek gibi kaba davranırlar. Bunlar gibi toplumun içinde hava, su, ekmek mesabesinde olan nice meslekler vardır. Bunları icra eden nice şahsiyetler vardır. Değerlidirler, AMA ÖNEMSİZDİRLER… UCUZDURLAR... KOLAYCA ATILIRLAR… GÖRÜNMEZDİRLER…
Peki, bir manken ne üretir? Bir futbolcu ne üretir? Bir ralli şoförü (şoför de diyemezsin kopilot demek gerekiyormuş) ne üretir? Bunların ücretleri milyon dolarlarla ifade edilir. Mesela; olmadıkları zaman; toplumda, insanlıkta, dünyada ne eksiklik hissedilir? Hiç… Hatta belki faydası olur, insanlar kendi asli işlerine, güçlerine dönerler. Bunlar gibi de toplumda nice meslekler ve bunları icra eden kalıplar vardır. Bunlar da basit toplumların altınları, gümüşleri, tek taşları mesabesindedir. VİTRİNLİKTİRLER… Kimse kolay kolay yanlarından geçemez ve aleyhlerinde konuşamaz. Sıkı korunurlar… ÇOK ÖNEMLİDİRLER… ÇOK PAHALIDIRLAR. Çok dikkate alınırlar. Hafif olduklarından çabuk üste çıkarlar, bu yüzden de ÇOK GÖRÜNÜRDÜRLER…
Hâsılı kelam, yine arife tarif gerekmez… Günümüz Dünyasının da, ÖNEMLİLERİ, ÖNEMSİZLERİ; DEĞERLİLERİ, DEĞERSİZLERİ vardır. Çöpçüleri, Mankenleri vardır. Hakeza aynı durum İslam Âlemi ve Müslüman Dünya içinde de söz konusudur. ÖNEMLİ Krallara ve Krallıklara bakın, bir de DEĞERLİ Cihat Topraklarına ve Mücahitlere bakın. Mesele ne kadar da açık ve nettir. Herkesin de payına düşen bir hissesi vardır…
Ve şunu da unutmayın ki; Allah Azze ve Cellenin yanında dünyanın sinek kanadı kadar bir DEĞERİ olsaydı, kâfirlere bir damla su bile içirmezdi.
Esasında son günlerde yakın çevremizden uzak civarlarımıza kadar cereyan eden tüm mesele ve hususiyetleri, bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Olayların peşinde sürüklenmek yerine, seyirci kalmak yerine en azından İslam Alemi ve Müslüman Dünyası için hiç olmasa kendi zeminimiz için uygulanabilir, sürdürülebilir mefkureler, niyetler, ameliyeler üretebilmek gerekir.
Süreç devam ediyor. Hiçbir şey sonuçlanmadı. Uyanık ve adil olmak gerekir. Tarafgirlik öyle bir melanettir ki; Üstat Said Nursi’nin deyişi ile: “Tarafgir bir şahıs kendisinden olan bir Fasıkı, Faciri kendinden olmayan ve karşı taraftaki bir muttaki alime tercih eder, ondan üstün görür.” Bir de; “Tarafgir insan sevdiği tarafın her yanlışında ve yalanında bir doğru arar doğruluk bulamasa bile doğruya yorar. Sevmediği kendisine karşı cephe gördüğü kişinin ya da tarafın her doğrusunda bir yanlış arar yanlış bulamazsa bile yanlışa yorar.”
Bu bağlamda ekranları kaplayan “Değersiz önemlilerden” akla ziyan yorumlar dinlemek Müslüman âleminin işinin hiç de kolay olmadığını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Güya “HAMAS’ın Aksa Tufanı Operasyonunun en önemli hedef ve sonucunun İran’ı israil ile çatıştırmak olduğunu ve bunu da bir nevi başardığını…” söylemek; Allah’tan korkmadan bunu da güya HAMAS taraftarlığı adına yapmak, söyleyecek başka bir söze gerek bırakmıyor. İran’ın Amerika ve israille danışıklı kayıkçı kavgası yaptığını ekranlarda işlemek ve işletmek ise sahibinin kalitesini ve nasıl bir tıynette, zihniyette olduğunu gösteriyor. Konuşmaya yazmaya bile değmez. Tüm hesaplar önünde sonunda Allah’a dönecektir. Vesselam…