Ezher, Mısır ve İslam Dünyasının diğer bölgelerinde yükselen sömürgecilik faaliyetlerine karşı direnişin örgütlenmesinde öncü bir role sahipti. Sömürgecilik karşıtı hareketlerin merkeziydi. Ezher, 19. Yüzyıldan itibaren daha da büyümüş, dünyanın farklı coğrafyalarından bu ilim havzasına binlerce öğrenci akın etmeye başlamıştı. İzzeddin’in buraya geldiği sene 10.000 talebe eğitim görüyordu. İzzeddin, artık sömürgeci ve işgalci Fransızlara karşı verdikleri kahramanca mücadeleyle birer efsane haline gelen ve Fransızlar tarafından darağacına gönderilen İsmail el-Beravi, Ahmed el-Şerkavi, Abdulvehhab eş-Şebravi, Yusuf el Musalihi, Süleyman el Haleb'i ve Süleyman el- Cevsaki gibi aziz şehitlerin unutulmayan hatıralarıyla aynı çatı altındaydı. Her biri yıllar önce şehit olmuşlardı ancak hikâyeleri öylesine canlıydı ki.

İzzeddin, sömürgeciliğin ne demek olduğunu çok iyi biliyordu, Cebele'de iken üzerine düşündüğü bir konuydu bu, babası ve hocalarıyla da konuşurlardı bazen. Ancak doğup büyüdüğü Cebele, batılı istilacılar tarafından işgal edilmemişti henüz. Ancak Ezher farklıydı. Bütün güçleriyle sömürgeciliğe karşı direnmiş, işgalci ve gasıp düşmanın sokaklarında dolaştığını görmenin ızdırabını yaşamıştı burası. Kiminin şöhreti Cebele'ye kadar gelmişti, kiminin isimlerini ise ilk kez duyuyordu. Ve Muhammed İzzeddin de bu Müslüman öncü şahşiyetlerin hikâyeleri üzerinden çok daha güçlü bir düşünme ve öğrenme sürecine girecekti artık.

Ezher'e daha gelmeden takriben bir asır önce, Napolyon idaresindeki Fransızların Mısır'ı işgalinden üç ay sonra, yani 31 Ekim 1798'de I. Kahire Devrimi patlak vermiş ve Ezher şeyhleri, her ezan sonrası günde beş kez halkı Fransızlara karşı direnişe çağırmaya başlamışlardı. Kahire, ilk kez böyle bir hadiseye şahitlik ediyordu. Napolyon Mısır'a girdiğinde, Ezher âlimlerinin öneminin farkına hemen varmıştı. Onları kendine çekmek için sempatik görünmeye çalışmış, birçok mali imtiyaz ve muafiyet tanımak istemişti ancak, planı ters tepmişti

Ezher, Fransızlara karşı kıyamın karargahıydı gerçekten. Sömürgeciliğe karşı kıyamın meşalesini yakan komite üyelerinin tamamı Ezher ulemasından oluşuyordu. Komite üyeleri çekirdek bir kadroydu aslında, sayıları otuzu geçmiyordu. Silah satın alarak, bunları Fransızların göremeyeceği yerlerde saklamışlardı. Bu esnada, binlerce Ezher talebesi aynı anda sokaklara dağılmışlardı. Ve Kahire’deki 400’den fazla caminin minaresinde ortak direniş çağrısı yineleniyordu. Bu çağrı, geniş bir halk kitlesi tabanında yankı bulacaktı. Lokomotif görevi icra eden Ezher ulemasının yaktığı kıyam meşalesi, Mısır’ın bütün kentlerini aydınlatıyordu.

Ezher talebeleri, Fransız valisi General Dupuy ve askerlerinin üzerine korkusuzca saldırmış ve General Dupuy’u “ila cehenneme zümera…” etmişlerdi. Artık şehrin birçok yeri ve giriş çıkışları direnişçilerin kontrolü altındaydı. Bu yüzden, isyanı bastırmak için en sert yöntemlere başvurdular. General Dupuy’un öldürülmesi Napolyon’u çılgına çevirmiş ve büyük bir karşı saldırıya girmişti. Ancak Ezher talebeleri, sadece karakollara saldırmakla ve Fransız askerlerini öldürmekle kalmamış, kıyamın merkezi olan Ezher’e giden bütün yollara da barikat kurmuşlardı. Napolyon, isyanı bastırmak için derhal Ezher Camii ve çevresindeki mahallelerin bombalanması emrini verecekti.

Ezher Camii’nin kutsallığını ihlal eden Fransızlar, necis postallarıyla halılarını çiğneyip içeride içki bile içmişlerdi. Bir diğer büyük hadise de Ezher Camii’nin kütüphanesine baskın düzenlemeleri, kitapların çoğunu yağmalamaları ve Kur’anKerim’i ayaklarıyla parçalamalarıydı. Kur’an‘ın parçalanması, İslam’a büyük bir hakaretti. Böylesine ağır bir hakaret şimdiye kadar hiç görülmemişti. Üstelik Napolyon’un önünde diz çökmeyi reddeden on dört Ezher şeyhi de idam edilmişti. İşte Muhammed İzzeddin’in ayak bastığı Ezher, emperyalist sömürgecilere karşı kıyam ruhunun bilendiği ve tarihin nirengi noktasının şekillendiği kutlu bir mekândı.

(...devam edecek.)